DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Thursday, September 21, 2006

 

Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir

Kenan Celik

Kimse alinmasin kimse yikilmasin dün belirttigim gibi bügünde belirtmek istiyorum.Dersim davasini sürdürmek icin alim olunmasi gerekmiyor Dersimli olmasi yetiyor.Alim olacaklar alimliklerini Bu dava icin seferber ettiklerinde alimlikleri görülecektir.Kimileri yeteneklerine göre ileri cikacak dogal bir durumdur.Buda insanlarimizin öne cikmasi bizi rencide etmiyecektir tersine onurlandiracaktir yeterki Dersim davasi icin emekler verilsin.Birlesmis milletlere göturmek icin Projeler neler olmalidir bunun lobi calismasi icin calisma yapilmasi gerekiyor Dünyadaki kurum ve kuruluslara elimiz konumuzu sallayarak gidemeyiz herhalde.Bunu her kes biliyor bizden once Deneyimi olan Yahudilerde Ermenilerde bunu görebiliriz.Belki dünyanin deyisik yerlerinde bu tür calismalar olmustur.Evet Dersim icin Onlarca dava Birlesmis milletlere gönderilmistir.Gerek Barajlardan dolayi gerek Dersimin etnik kimliginden dolayi ugradigi uygulamalar.Gerek Köy yandirmalarindan,sonra Insan haklari mahkemesine sürdürülen onca dava vardir.Bu izlediklerim sadece bir kisimidir.Bilmedigimiz kismi ise bire bir insan haklari mahkemesini götürülen davalar.Mehmet yildiz,Ibrahim coskun,Hüseyin dedesoy ve diyer arkadaslarin coguda bunu bilmektedir.Büyük bir calisma gerektirecektir.Lobi calismasina girilmesi icin neyle BM ye FN Avrupa parlemantosuna gidilecek.Buralara gidilirken Hangi bicimde bir Calisma yapilarak gidilmelidir.Onlarca bu davalari birlestirecek Dersim kurum kurumlarinin Bakisini netlestirecek bir calisma gerektiriyor.Onun icin hemen elimizi kolumuzu baglayarak bir parlamento binasi önune gidemeyiz.Ve inaniyorum Bu forumda Bu davalari tasiyacak onlarca taslak ve proje hemen hazirdir.Bunlar kitaplara dönustürule bilinir.Ama diyer bir önemli konu dedigim gibi Bir imza kampanyasi baslatilmistir.Bu sizin dediginizi besleyecek Bir kilit noktadir.Bu nokta kücümsenmemelidir diye düsünüyorum.7 basli ejderha degiliz ve lakin 7 basliysak Basimiz her biri bir yerde kesilir.Ne kimse duyar nede kimse göz yasi döker.Ve inaniyorumki Baslatilan bu 38 DEN DOLAYI TC. DEVLETINDEN DAVACIYIZ.Bu cagri ve calisma sizin deyindiginiz noktalara bir gidis yoludur.Aksi taktirde geldik gittikler neyiz neciyizle tartistirip dururlar bizi.Tartismayla bogulmak Trajedisiyle karsi karsiyayiz artik.Tartismaliyiz buna karsi degilim ama bir daha gözden gecirelim.Yaptiginiz bu cagri dogru bir cagridir.Her noktadan baslatilan hareketlenmeyi ileri göturmeliyiz.Ama bana sorarsaniz Gecmiste yapilan Imza kanpayasiyla bunlarin birlestirilip yol alinmasinda hic sakinca yoktur tersine güc kazandiracaktir.Kalin güzellikte

Cevaplar:
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir Baxirbaba 18.9.2006 18:25 (0)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir Hasan Dersimi 16.9.2006 20:30 (2)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir bahtiyar kaya 16.9.2006 21:09 (1)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir A. Ihsan Cicek. Katiliyorum sagol. 16.9.2006 21:23 (0)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir eylem 16.9.2006 19:14 (0)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir Kamer 16.9.2006 16:45 (0)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir ardil 16.9.2006 16:06 (0)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir aydo 16.9.2006 15:52 (0)
Ce: Dersim katliyamindan dolayi tc. den davaciyiz Tum cagrilarin anahtaridir wayiro 16.9.2006 15:46 (0)
Dersim Forum

 

DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR?

Mehmet Yıldız

Yok edilmeye çalışılan Dersim etnik-kültürel kimliğini müdafaa etmek ve özgürlük istemek için çok yetenekli liderlerimizin olması şart değildir. Etnik kimliğimiz için özgürlük istemek BM’nin son derece meşru ve temel bulduğu bir insan hakkı talebidir. Bir topluluğun etnik kimliğini tanımamak, dilini ve kültürünü zorla tahrip etmek insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu gibi kriminal bir hareketin karşısında durmak için normal bir insan olmak yetiyor.
Politik bir harekete katılmanız için (reformcu veya devrimci) o hareketin programını benimsemeniz gerekiyor. Yani çok özel bir tercih yapmanız gerekiyor. Etnik kimliğinizi tercih etme hakkınız ise yoktur. Çünkü kimse anne ve babasını seçme hakkına sahip değildir. Ancak belli bir etnik kimlikle doğan insanlar sonradan farklı tercihler yaparak farklı kültürleri benimseyebilirler. Kimisi de zorbalıklar karşısında bu kimliğini terk etmek zorunda kalır. Nitekim Dersimlilerin önemli bir kesimi baskılar nedeniyle etnik kimliğini yitirdi.
Dersim’de hâlâ yaşayan Dersimliler vardır. Bu Dersimliler otantik Dersim etnik-kültürel kimliğinin kusursuz mirasçıları haline gelebilirler mi? Dersim davasına inanan insanlar bu soruya olumlu bir cevap veriyorlar. Kimse kahin değildir, dolayısıyla kimse geleceği bilemez. Ancak Dersimlilerden bu gibi asgari bir sadakat beklemek gayet normaldir.
Bunu “Türk işçi ve köylüsünün demokratik veya sosyalist bir devrim yapma” beklentisi gibi bir şey olarak görmemek gerekir. Devrimci çalışmanın zaruri olduğuna karar verenler belli sayıda insanlardır. 19. ve 20. yüzyılda meydana gelen olaylar belli düşünce kalıplarının oluşmasına yol açtı. Örneğin kapitalizmden komünizme geçişin kaçınılmaz olduğuna inanan devrimciler 30-40 yıl boyunca toplumun en yoksul ve en çok baskıya maruz kalan kesimleriyle bir bağ kuramamış olmayı bile kendi başına büyük bir sorun olarak görmüyorlar. Bildiri dağıtmak istediklerinde, yani bildirilerini okuyarak devrime katılmasını bekledikleri insanlar tarafından linç edilmek isteniyorlar. Ama bu durumun muhasebesini hiç yapmıyorlar. Devrime inanmaya devam ediyorlar.
Dersim davasına inanmak için bu denli “inançlı” veya “iyimser” olmak gerekmiyor. Her vicdan sahibi normal Dersimli etnik kimliğine değer verir. Her Fransızın, İngilizin, Almanın vb. kimliğine değer vermesi ve bir diğerinden olmak istememesi gibi. Onun içindir ki Dersim etnik kimliğine özgürlük talep etmek, bir grup insanın subjektif düşünceleri neticesinde politik bir hareket örgütlemesinden çok farklıdır. Bütün özgür topluluklar belli bir etnik-kültürel kimlikle yaşarlar. Bizim yapmaya çalıştığımız, özgür topluluklara katılmaya çalışmaktan ibarettir.
Her toplumun hiç kuşkusuz önderlere ihtiyacı vardır. Dersim’in en tanınan liderleri arasında Seyit Rıza ve Alişer başta gelirler. Seyit Rıza ve Alişer’in biyografileri Dersimliler için paha biçilmez eserlerdir. Bu gibi bir çalışma aracılığıyla yeni kuşaklar çok şey öğrenebilirler.
Öte yandan, Dersim önderleri kavramını tarihin belli bir periyoduyla sınırlamak çok yanlıştır. Ben tarihci değilim, ancak bu kültürün çok sayıda büyük önderinin olduğunu söylemek için tarihci olmak gerekmiyor.
Kollektif bir kimlik belli bir periyodun ürünü olmadığı gibi, belli önderlerin ürünü de olamaz. Seyitlerin rollerini kim inkar edebilir? Tam bir alçakgönüllülük içinde kültürümüzü kuşaktan kuşağa taşıyan bu insanlardan kaç kişiyi tanıyoruz? Keza sayısız Dersim kamili olmadan bu kültür yeniden üretilemezdi. Gençliğimizde tanıdığımız bu kamillerin ders verme havasından tamamen uzak ve tam bir arkadaş yahut yaşıtımız havasında bize söyledikleri üzerinde yeterince düşündüğümüzü ve değer verdiğimizi de sanmıyorum.
Dersim kültürü bir aydınlanma kültürüdür. Ortalama Dersimli bu mücadelede önder olmaya ehildir. Devrim yapmayacağız, kollektif kimliğimize özgürlük talep edeceğiz.
Son çeyrek asır içinde Türk ve Kürt toplumu çok büyük bir ahlaki çöküş ve kirlenme yaşadı. Ahlaksız ve acımasız bir terör ve mafya toplumu ile karşı karşıyayız. Öldürme tutkusuyla yanıp tutuşan dengesiz insanlar ulusal kahraman oldular. İşkenceciler ve tecavüzcüler “insanlığın önderleri” ilan edildiler. Kimse ekmek pişirirken öldürülen kadınlara acımıyor. Kimse duvar dibinde bastonuna yaslanarak dinlenmeye çalışan yaşlı kadın ve erkeklerin öldürülmesini de yanlış bulmuyor. Oyun oynarken parçalanan çocuklar için dökülen göz yaşları sahtedir. Turistlerin öldürülmesi de kimsenin umrunda değildir. Eroin satıcıları en büyük ulusal liderler oldular. Eroin satmadığı için parası olmayan yazarların kalemiyle eroin döneminde çok alay edildi. Yazarlar unutuldu ve herkes eroin patronlarının önünde yerlere kadar eğildi. Ulusların yazarlardan çok erion tüccarlarına ihtiyacı olduğu açığa çıktı. Seri tecavüzcüler ve katiller filozof oldular. “Karılar bana yanaşıp gücümden yararlanmak istiyorlar” gibi edepsiz kriminal itiraflar felsefe derslerinin zorunlu literatürünü oluşturdu.
Dersim şahsiyeti taşıyan insanlar vicdanlı, mert ve dürüst insanlardır. Bunlardan bazıları ortaya çıkarak Dersim sorunu çerçevesinde düşüncelerini dile getirdiklerinde terör ve mafya toplumunun serseme çevirdiği insanlar bunu yeni bir liderlik iddiası olarak görüyorlar. Normal, insani bir tepki göstermekle liderlik iddiası ve tutkusu arasında bir bağ kurulmuş olması gerçekten anlaşılmazdır.
Sonuç olarak Dersim’in büyük önderlerine saygım sonsuzdur. Bu liderlerde en zor zamanlarda metanet, adalet, mertlik, korkusuzluk ve en önemlisi de alçakgönüllülük görüyoruz. Ancak itiraf etmeliyim ki, ben isimsiz kahramanlarımıza daha çok aşığım. Dersim erenleri hiç şan ve şöhret peşinde koşmadılar. Ve sayıları o kadar çoktu ki, kimse onları özel bir kategori olarak bile görmedi. Bu, Dersim’in bir vefasızlığı değil, çok ayırt edici bir özelliğidir erenler...
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Ce: DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR? Kenan Celik 18.9.2006 14:11 (0)
Ce: DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR? Momhemed 17.9.2006 20:36 (0)
Ce: DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR? Wendox 17.9.2006 01:56 (3)
Ce: DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR? Mehmet YILDIZ 17.9.2006 14:10 (2)
Ce: DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR? Wendox 17.9.2006 22:50 (1)
Ce: DERSİM’İN BÜYÜK ÖNDERLERE İHTİYACI VAR MIDIR? Alisan Karsan 18.9.2006 19:27 (0)
Dersim Forum

 

Diyarbakır Katliamı, TİT ve Derin Devlet

Auteur - yazari: M. Hayaloğlu Tarih, gün ve saat : 16. Eylül 2006 02:42:12:
Diyarbakır Katliamı, TİT ve Derin Devlet

Diyarbakır’daki bombalama olayının arkasında ‘Türk Derin Devleti’nin olduğu anlaşılmaktadır. Türk Derin Devleti kimlerden oluşuyor? Eskiden resmi adı ‘Özel Harp Dairesi’ olarak kayıtlara geçmişti. Sonra ‘Kontr-Gerilla’ olarak bilinir oldu. Derken 90’lı yıllarda JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele ) olarak ortaya çıktı. Bunların ismi ne olursa olsun, ister resmi ister gayri resmi olsun, hepsi Türk Genel Kurmayı’nın bünyesi içinde ve denetimindeler.
Peki TİT (Türk/çü İntikam Tugayı) neyin nesidir?
TİT (Turkish Revenge Brigade) adını 70’li yılların ortalarından itibaren duyduğumu hatırlıyorum. İlk olarak 1969 yılında Ülkü Ocakları bünyesinde ‘silahlı tim’, ‘vurucu güç’ vs şeklinde kurulduğu sanılmaktadır. MHP ve yan kuruluşları, Ülkü Ocakları tümüle deşifre edilmiştir ama TİT gerçek anlamda ortaya konulmamıştır. Gerçekte böyle bir örgütün bugüne kadar ‘gizli’ kalması inanılır gibi değildir. Bu durum, işin içinde “derin devlet”in parmağı olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Otuz yılı aşkın bir sürede, TİT’in çözülememiş olması başka nasıl açıklana bilir? Nitekim, bu örgütün Kıbrıs’ta üstlenmesi ve eylemler yapmış olması bu durumu yeterince açıklamaktadır.
Peki “Derin Devlet” Nedir?
“Derin Devlet” bütün bu örgütlerin toplamıdır. Yani ister su yüzüne çıkmış ve yarı-resmi olarak kabullenilmiş olan Özel Harp Dairesi, JİTEM gibi kuruluşlar, isterse ‘Ergenekon’, ’Atabeyler Çetesi', ‘Sauna Çetesi’, veya TİT gibi karanlık çetelerin hepsi, ‘Derin Devlet’in yan kollarıdır ve gerektiğinde biri devreye sokulmaktadır. ‘Derin Devlet’, başta genel Kurmay olmak üzere Emniyet (polis teşkilatı) ve MİT gibi kuruluşlardaki örgütlü birimler tarafından sevk ve idare edilmektedir.
Derin Devlet ile Devlet’in ilişkisi
Türk Devleti yani Türkiye Cumhuriyeti (TC) aslında kuruluşundan beri hep ‘derin devlet’in denetiminde olmuştur. ‘Derin Devlet’in beyni, Türk Genel Kurmayı’dır ya da en iyimser ifade ile Genel Kurmay Başkanlığı bünyesindedir. Genel Kurmay başkanları, genellikle bu kliğin yani ‘Derin Devlet’ kliğinin temsilcileridir. Bugün Yaşar Büyükanıt, derin devletin temsilcisi olarak, Türk Genel Kurmayı’nın da başı durumundadır. Y. Büyükanıt’ın durumu başından beri böyledir. Şemdinli olayında Astsubaylar çetesine sahip çıkması bunun en iyi kanıtıdır.
Bombalama olayı, PKK’nın işi olabilir mi?
Türkçü kesimden bazıları, bu olayı PKK’nın hedef şaşırtması amacı ile gerçekleştirdiklerini belirtiyorlar. Bu doğru olabilir mi? İhtimal olarak reddedilemez. Çünkü PKK’nın eylem anlayışının bundan pek farklı olduğu söylenemez. Ama bana öyle geliyor ki, bu söylentiler, ‘Derin Devlet’ temsilcilerinin ve milliyetçi, ırkçı yalaka takımının, Türkçü-faşist unsurların uydurduğu yalanlardır. Asıl hedefi bunlar gizlemekte ve saptırmaktadır. Bkz. (http://www.sonsayfa.com/news_detail.php?id=22595) deki yazı. Açıkça bir provokasyon olduğu oldukça nettir.15.09.06
M. Hayaloğlu
http://f25.parsimony.net/forum62148/messages/23644.htm

Cevaplar:
Ce:Colombiya, Ordu kendi bombalariyla tuzaga düstü Michel Taille'den çeviri - A.Karsan 20.9.2006 18:52 (0)
Dersim Forum

 

DEGERLI ISMAIL KILIC SAHSINDA BAZI DOSTLARA CEVAP

Dersim Forum
Auteur - yazari: Ibrahim Coskun Tarih, gün ve saat : 17. Eylül 2006 08:49:01:
DEGERLI ISMAIL KILIC SAHSINDA BAZI DOSLARA CEVAP
Degerli Hemserim
Bir süre önce bana yazdigin bir mektupda Dersim katliamini prtosto insiyatifini neden desteklemedigimizi yaziyor hakli sitemlerde bulunuyorsun.
Bencede Dersim icin düsünen, Dersim icin konusan, Dersim icin birseyler yapmak isteyen insan; eger Dersim´de yasanan baskilara, zulümlere, katliamlara dur demiyorsa, gecmisteki soykirimlari protesto ederek üsündeki demir perdenin kirilmasina katilmiyorsa, detaylarin ortaya cikmasi icin gösterilen cabalara yardimci olmiyorsa Dersim adina hicbir sey söyleme hakki yoktur.
Yazdiklariniz hepimizce bilinen bir dogrudur. Bir cok degerli arkadasin Dersim katliami üzrindeki demir perdeyi kirma cabalari ve sayilari binlerceyi gecmis bir isiyatifin bu calismayi destekleyip detaylari ile Dünya kamu oyunun bilgisine sunma istekleri, akibetinde yasal yollara bas vurup resmiyet kazandirmak istemeleri onurlu ve gerekli bir eylemdir.
Bu eylemin altina imza atmak tabiki kendine Dersim´li ve demokratim diyen her insanin en asgari görevidir. Ama bazi sahsiyetler vardirki Dersim´in gecmisinin bilinip, geleceginin yasanir olmasi icin degil imzasini, kendini esirgemezler.
Bu durum kisinin faliyetlerine, Dersim davasina verdigi emek, koydugu degere göre degisir.
Örnegi en cokta benim gibi sanatsal faliyetler icinde olan kisiler icin gecerlidir. Yani bir gün Dersim´li bir ressam olan Ibrahim Coskun´un biografisi ve üretkenligi incelendiginde yukaridaki eyleme koydugu imzadan cok, o eylemi sanatiyla ne kadar destekledigi, resimdeki dilini bu eyleme ne kadar kattigi aranir.
Yarin bu eylem olgunlasip yasal kanallara dogruldugunda, cagdas dünya standartlarinda sanat üreten Ibrahim Coskun katliamin icerigini yansitan büyük bir resim („DERSIM GUERNIKASI“) sergisi ile bu eyleme katilmiyor, bu davaya güc vermiyorsa Dersim´in geleceginde yeri olsada ismi yokrur.
Iki amacim vardir. 1-Her biri duvar büyüklügünde 38 tablo 2- Dersim´de bu eserlerinde sergilendigi bir müze. Birincisine ömrüm yeter. Ikincisine ise ömrüm yetmezse ölümüm yeter.
Dilegimiz Dersim sevdalilarinin Dersim icin Dersim´de bir araya gelmeleri.
Unutulmamalidirki Dersim´in her güzel insana ve her güzel düsünceye sundugu bir yer vardir.
Saygilarimla Ibrahim Coskun

Cevaplar:
Ce: DEGERLI ISMAIL KILIC SAHSINDA BAZI DOSTLARA CEVAP orhan 20.9.2006 21:01 (0)
Dersim Forum

Friday, September 15, 2006

 

Mehmet Yıldız

SÖZÜ UZATMAK SÖYLENENLERİ ANLAMSIZLAŞTIRIR

Dersim Forum

SÖZÜ UZATMAK SÖYLENENLERİ ANLAMSIZLAŞTIRIR
Dersim’in son derece ayırt edici etnik bir kimliği olmasına rağmen, bu kimlik tarihte örneğine çok az rastlanır bir edepsizlikle inkar ediliyor. Dersimlilerin buna karşı çıkmaları son derece insani bir tepkidir. Bu tepkiyi gösterirlerken Dersimlilerin iki soruya çok net cevap vermeleri gerekiyordu. Birinci, etnik kimliğimizi nasıl tarif ediyoruz? İkincisi, etnik kimliğimizi kimler inkar ediyor?
Dersimliler arasında etnik kimliğimizin tarifi ve kimin bu kimliği inkar ettiği konusunda hatırı sayılır bir fikir birliği vardır. Bu çok önemli bir gelişmedir. Çünkü daha düne kadar atalarımızın kimliğini tarif ve müdafaa edemiyorduk. Bize saldıranlar çok olunca sanırım herkes Dersim’de tanık olduğu, öğrendiği ve benimsediği kültürel değerler üzerinde çok ciddi bir biçimde düşünmeye başladı ve bu güçlü bir tepkinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu son derece mantıkidir. Eğer farklı bir etnik kimlik varsa ve bu kimliği taşıyanlar bütünüyle Ermenilerin akibetine uğramamışlarsa bunu yaparlar.
Şimdi önemli olan harekete geçmektir. Hareketin daha baştan itibaren çok koordineli ve programlı olması da gerekmiyor. Etnik bir kimliği savunma mücadelesinin ana hatlarıyla aynı hedeflere yönelmesi yeterlidir. Manifesto, Program ve koordine işleri daha sonraki bir aşamada da halledilebilir.
Tehdit altındaki bir etnik kimliği korumak tabiatı gereği son derece pratik bir iştir. Bu pratik işleri şöyle sıralayabiliriz:
A) Dersim’deki Dersimlilere düşenler:1- Anadilini çocuklara öğretmenin önemini kavramak. Bunu yapmadan Dersimli kalınamayacağını görmek. Zazaca yayınları okumak. Zazaca’ya ilgisiz olan politik aktörlerin Dersim’in dostları olamayacaklarını akıldan çıkarmamak.2- Zazaca kurs ve eğitim hakkı talep etmek. Zazaca radyo ve televizyon kurmak. Zazaca günlük gazete çıkarmak. 3- Belediye başkanlığına bir Dersimliyi seçmek. Bugünkü durumu utanç verici bir durum olarak kabul etmek. Politik tercihlerde uyumlu olmaya çalışmak. Kimliğimizi inkar edenlerin yaşamı iyileştirme önerilerine değer vermemek.4- Kültürel değerlerimizi üç-beş kuruşa veya karın tokluğuna satmamak. Onurlu insanların çocukları olduğumuzu hatırlayarak tarihsel bir sorumluluk taşıdığımızı unutmamak. Dilenci ruhunu terk etmek. Onurlu olabilmek için hiçbir talep öne sürmemek. Çarıkları, ucuz patiskası, toprak damlı evcikleri ve kuru ekmeğinden başka bir şeyi olmayan atalarımızın ortaya koydukları efsanevi direnişleri hatırlamak. 5- İşgalci kuvvetlere (TSK ve PKK yandaşlarına) karşı sivil protesto hareketleri düzenlemek. Bu güçleri tecrit etmek. Onlarla kontak kurmamak. Onlara Dersim’in düşmanları olduklarını söylemek.
B) Diğer illerde yaşayan Dersimlilere düşenler:1- Dersimdeki Dersimlilerin yukarıdaki programını kendi koşullarına uyarlamak.2- Dersim kolonileri oluşturmaktan ziyade bütün dikkatleri Dersim’e yöneltmek. Dersim’in elden gitmemesini bir numaralı öncelik haline getirmek. 3- Dersim’e derme-çatma bir dilenci veya fukara merkezi muamelesi yapmak yerine, Dersim’in tarihsel şahsiyetini hatırlayarak, Dersimlilerden dik durmalarını istemek. En çok da dik duranlara yardım etmek.
C) Avrupa’daki Dersimlilere düşenler:1- Yukarıda ifade edilenleri kendi koşullarına uyarlamak. 2- Entegre olmamış veya olmayacak Dersim etnik grupları oluşturmak yerine, Dersim kökenli Avrupalılar olarak Dersim’in elden gitmemesini bir numaralı öncelik haline getirmek.3- Dersim davasına gönül verenlerin bir an önce bir araya gelerek bir hareket planı oluşturmalarını sağlamak.
Dersim için bir program oluşturmak gördüğünüz gibi, dünya veya Türk proletaryası için bir kurtuluş programı oluşturmaktan daha kolaydır. Biz her zaman programlara veya programların dayandığı fikirlere aşırı bir biçimde değer veriyoruz. Oysa kimliğimizi korumak için girişilen hareketleri koordineli bir hale getirmek bile orta vadeli bir ihtiyaçtır bizim için. Önemli olan harekettir.
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Dersim Forum

 

Dersimliler ve Dersim Diasporasi

Yasar Kaya

Dersimliler ve Dersim DiasporasıYaşar Kaya
Dersim diasporası 1890 ve 1900 yıllarda ermenilerin de yardımı ile Erzurum üzerinden karadenize oradan da Amerikaya giden dersimlilerle başlar. Amerikaya giden ilk anadolular’ın ermeniler ile beraber dersimliler olduğu bilinmektedir. Bugün Avrupa’dan Amerika’ya, İstanbul’dan Adana’ya dersimlilerin dağılmadıkları coğrafya neredeyse kalmadı.
Dersim’den göçün başlıca iki nedeni var. Ekonomik zorluklar ve siyasi baskılar. Amerikaya giden işçiler geri geldiler ama ekonomik göçler devam etti. Bunların en etkilisi 60lı yıllarda başlayan Almanya macarası idi, bu göç dalgası hala da devam etmektedir. Bugün basta Almanya olmak üzere Hollanda, İsviçre, Belçika, Fransa ve İngiltere olmak üzere avrupanın bütün şehirlerinde yoğun bir dersimli kitlesi yaşamakta. Siyasi baskılar Türk Devletinin Osmanlı’dan aldığı bir mirasdı. 38 Katliamı ve akabinde sağ kalanların batı illerine teker teker biribirileri ile bağ kurmaları yasaklanarak sürgün edilmeleri dersimlilerin hafızasından asla silinmeyecektir. 60lı yıllarda başlayan siyasal hareketlenme en çok Dersim’i etkisi altına aldı. 79 da sıkıyönetimin ilanı ile başlayan karanlık terör Dersimi yaşanmaz bir hale getirdi. Son kırk yılda kaç dersimli dağda, şehirlerde yada işkencede katledildi? Kaç dersimli işkenceden geçirildi veya hapis yattı? Böylesi bir istastiki çalışma henüz yapılmadı ama yapıldığında Dersim’in acıları daha iyi anlaşılacaktır. Bu durumu bir şiirimde şöyle yazacaktım
Bombalanmadık toprak parçası kaldı mı,kanla sulanmadık bir karış toptak,yüreği yanmamış bir tek aile?
1890 lı yıllarda yapılan nüfus sayımında yanlızca Mazgirt’de 70.000 kişi yaşamaktaydı bu oran bugün Dersim de yaşayan insanların tümü kadardır. Dersim yanlızca kültürel ve sosyal olarak asimile edilerek değil aynı zamanda demografik olarak da tehdit altındadır. Millyonu aşan dersimli nüfüsun ancak onbeşde biri Dersim de yaşamaktadır.
Peki diasporadaki dersimlilerin dersim ile bağlantıları ne durumda? En önemlisi de örgütlenmeleri ne durumda? 1920li yıllarda başta İstanbul’daki asker kökenli bazı aydınların bir takım girişimleri olduğunu biliyoruz. 70li yıllarda İstanbulda sonraları Avrupada kurulan ve “Tunceli”, “Dersim” “Munzur” isimleri ile kurulan kurumlar ise dersimi kurumlardan ziyade örgütlerin bir alt kurumu gibi çalışmaktaydılar. Esas dersimi özellikler taşıyan kurumlar ise 90lı yıllardan itibaren kuruldular ve hala kurulmaya devam etmektedirler. Bunların çalışmalarının eksenini dersim dili, kültürü, tarihi ve inancı eksenlidir. Kırmanciye’nin sorunları ve çözümü yönünde samimi çalışmaları ise pratiklerini belirler. Bu kurumların olgunluk çağına ulaştıkları söylenemez. Diasporadaki dersim örgütleri İstanbul ve Almanya merkezlidir. Dersim’deki kurumlar ise bir ikisi dışında çok cılız ve etkisiler. “Dersim”, “Tunceli”, “Munzur” adı taşıyan bu kurumlar arasında koordineli ve uyumlu bir çalışma sağlanmış değil. Zira bunlardan herbiri kendisini “Dersim’in gerçek sahibi” ilan etmekte. Bu işin başka bir boyutu ben esasen Dersim ve Diaspora ilişkisi üzerinde durmak istiyorum. Diasporadaki kurumların başlıca görevleri orda yaşayan dersimlilerin günlük sorunları ile ilgilenmek, kültür ve dillerini koruyarak asimile olmalarını engellemek ve en önemlise dikkatlerini Dersim’e yöneltmek ve Dersim’in gelişimi yönünde çaba göstermek olmalıdır. Şu hiç bir zaman akıllardan çıkarılmamalıdır: eger Dersim dilini kültürğnü ve kimliğini kaybederse o Dersim artık bizim “welat’ımız” Dersim değildir. Dersim insansızlaşırsa da keza öyle. Yani Dersim ne kadar güçlü olur ve ilerlerse diasporadakilerde o kadar başarılı olurlar. Dersim üzerine rapor yazan bir osmanlı paşası “Dersimli Dersim’de kartaldı o başka yere sürüldüğünde bu özelliğini kaybedecektir” diyerek bu bölgelin toptan boşaltılmasını bundan 100 yıl önce öneriyor. Peki diasporadaki Dersim kurumları bu gerçeğin yeterınce farkındalar mı? Bence hayır... Dil, kültür, tarih ve inanç konularında yeterli çalışma yapamaktadırlar. Dersime katkı sunmak onların gelişmesini sağlamak yerine adeta “Diasporada Dersim” ilan etmeye çalışmaktadırlar. Diaspora kurumlarının “Munzur Festivalini” yapmaktaki ısrarları hatırlansın. Burda gerekçe “yapamıyorlar, bilmiyorlar, zayıflar vs” bunların hepisi doğru olabilir zira devlet terörü yetişkin insanlarımızı ya sürgüne yada dağlara zorlarken genç kuşağa da kendisini geliştirme şansı tanımadı. İstanbul dernekleri Dersim gündemini belirleyemez onların sorumluluklarını da üstlenemez. Onların görevi Dersim’i ortadan kaldırmaya yeminli zorbaların yarattığı “Dersimi içten boşaltma” politikalarını veri yaparak yürümek değil tam tersine Dersim’i güçlendirmek olmalıdır. Diasporası ülke nüfusundan fazla olan ermeni ve yahudilere bakmak yeterlidir. Hiç bir yahudi kurumu İsrail’in yada ermeni, Ermenistan’ın gündemini belirlemeye kalkmaz.
Munzur Haber bu konuda Dersim için gerçek bir şanstır. Dersim dili ve kültürüne saygılı atalarının anısına bağlı dersimi bir kurumdur. Munzur Haber Dersim’den bütün dünyaya seslenen bir kürsüdür. Dersim için bir şeyler yapmak isteyen herkes dünyaya Dersim’den seslenmelidir, bu bugün çok daha anlamlı ve acildir.

Cevaplar:
Ce: Dersimliler ve Dersim Diasporasi Ender Can 15.9.2006 12:32 (0)
Ce: Dersimliler ve Dersim Diasporasi Ender Can 15.9.2006 12:27 (0)
Dersim Forum

Wednesday, September 13, 2006

 

DERSiMiN ALiMLERi NEDEN SUSKUN.?

Dersim Forum
Auteur - yazari: Hüseyin DEDESOY Tarih, gün ve saat : 13. Eylül 2006 01:13:10:
Sevgili Mehmet YILDIZ bir cağırıda bulunmuştu.
Onun bu cağırısına: Ben, ibrahim COŞKUN, Alişan KARSAN, ve bir kac arkadaş cevap vermiştik ve yanında olduğumuzu belirtmiştik. Noldu,? neden sonu gelmedi.? Biz bukadar azmıyız. Yada yapılan cağırımı citiye alınmadı.?
Sevgili Mehmet Yıldız söylediklerinin arkasına niye getirmiyorsun.? O cağırı yoksa bir hayıflanma ve öfkenin dışa vurumumuydu?
Sevgili dostlar cok önemli ve citti dönemden geciyoruz. Belki bu sözler cok bilinen, her zaman duyduğumuz nakaratlar biciminde algılana bilinir. Ama gercekten durum citti.
Türkiye tambir ırkcı sizofrenik bir ruh haliyle ne yaptığını bilmez bir serseri gibi sağa sola saldırıp duruyor. Artık öfkesini dağı, taşı, gördüğü calı cırpı ve bilimum yeşeren ne bulursa yakıp yıkarak yenmeye calışıyor. O Türkün onur ve gururuyla yatıp kalkıyor.
Kürtler kendilerince "Değişen Dünyanin , değişen sürecinde..."yeni itifaklar ve mütefikler peşindeler. Hergün yeni bir taktik ve yeni bir startejinin plan ve projesinin pesinde kosturuyorlar.
Ümrali paşasi her gün yeni buluşlar ve icatlar ileri sürerken, Kandil dağının kurtlari bir başka hesabın muhasebesini yapıyor. Bağdat bir şey söylerken Hewler bir başka havadan dem vuruyor....
Peki ya biz.!
Değerli dostum, sevgili güzel kardeşim Mehmet YILDIZ'in yazdığı her yeni yazida izine rasladığım ve okuduğumda da, " ne kadar doğru bir tespitte bulunmuş" demekten kendimi alamadığım şu " Dersimi Türkleştirme ve Botanlaştırma " projesine ne zaman dur diyecegiz.? Bunu söylemek ve durdurmak icin kimi bekliyoruz.? Yokmu bizim buna alternatif bir proje ve pilanimiz.?
Noldu size ey Dersim'in bilir ve bilginleri?Hani bir zamanlar Dünyanin dibine bombayi koyup fitilini yakacak cesaret ve yürekliliği gösteriyorduk. Hani bir zamanlar Türkiye'nin kaderini değiştirmeye adaydık. Hani o Sosyalis Türkiye naraları atığımız günlerin cesaret ve gücü? bize gelince bittimi.?Hani Bağımsız Kürdistan'in ilk meşalesini Dersim'de yakiyordunuz. Neden bugün susuyorsunuz.?
Dersim icin söylüyecek bir sözünüz. Cagiracak bir türkünüzdemi yok.
Sevgili güzel kardeşlerim. Alişerin, Zarifenin, Seyit Riza'nin Torunlari....
Ya bukadarmi bicareyiz.? Birlikte paylaşıp yiyeceğimiz bir elmamızdamı kalmadi.?
Hic birşey demiyorum.
Hüseyin DEDESOY.

Cevaplar:
Ce: DERSiMiN ALiMLERi NEDEN SUSKUN.? kamer 13.9.2006 12:28 (0)
Dersim Forum

Tuesday, September 12, 2006

 

AP İMAM WUŞÊN’İN YOLDAŞIYIM, SONSUZ BAHTİYARIM (6)

Mehmet Yıldız

AP İMAM WUŞÊN’İN YOLDAŞIYIM, SONSUZ BAHTİYARIM (6)“

İnsanın kendi toplumu içinde yalnızlaşması gurbet veya sürgün yalnızlığına benzemez” dedi Ap İmam Wuşên. “Gurbet veya sürgün yalnızlığının bir sonu olabilir, bunun bir sonu yoktur. Hasret burada varılamayana değil, göçüp gidene yöneliktir. Devrimiz ebediyen kapanmışa benzer. Doğup büyüdüğümüz topraklarda, genç kuşakların özgür tercihleri yüzünden değil, düşmanın çok yönlü ve çok yoğun saldırıları sonucu asarıatikaya döndük. Öldürülenlerden yahut sürülenlerden ne ölçüde şanslı sayılmamız gerektiğini bilmiyorum. Öldürülmemek, sürülmemek ve hatta karın doyurmak hayat değilmiş. Ölümün binbir çeşidi varmış...”
“ ‘Yabancılar Dersim’de en fazlasından askeri ve idari bir hükümranlık kurabilirler’ şeklindeki düşüncemiz çok yanlışmış. Türk’ün maaşı (verdiği), rüşveti, lop çanağı, okulu, radyosu, gazetesi ve televizyonu Türk’ün süngüsü kadar öldürücüymüş. Kültürünü taşımayan evladın soyunu sürdüremeyeceğini aklımızdan bile geçirmedik. Yabancılaşmanın ortaya çıkışını gördük, ancak yalnızca olup biteni seyretmekle kaldık.”
“Geçinme ve ailesini kurtarma derdine düşen Dersimli kollektif kimliğini sürdürmeyi ikinci plana itti. Nitekim bugün kültürel kimliğini önemsediğini söyleyenler nispeten ‘hali vakti yerinde’ olan dışarıdakilerdir. Dersim’deki işsizleri ve fukaraları öncelikle ilgilendiren yine can güvenliği ve geçinme sorunudur. Bu denli anormal yaşam koşulları altında yaşayan insanlar etnik-kültürel kimliklerini korumakta tabiatıyla çok zorlanırlar. Sorunun kendi başına ideolojik bir kampanya aracılığıyla çözülemeyeceği de ortadadır. Kaldı ki, ideolojik kampanyalarda bile, Türk tarafı Dersimlilerin artık tepki duymadığı sayısız araca sahiptir. Son yıkımda terör belirleyici oldu, ama terör olmasaydı, Dersim’in etnik-kültürel kimliği yine çok büyük darbe alacaktı. Televizyonun köylere girmesi bile tek başına çok büyük tahribatlar yaratmıştı.”
“Etnik-kültürel kimliği sürdürmekle, canını kurtarmak veya ayakta kalmak arasındaki ilişki sanıldığı kadar basit değildir. Dersim’de her şey çok güzeldi, ama terör bir yana, Dersim’de insanın karnı doymuyordu. Hiçbir kültür taşıyıcısından saf idealizm beklenemez.”
“Dersim ile ilgili mütalalarım vasiyetimdir. Neye yarayacağını bilmiyorum, ama yine de konuşmaktan kendimi alamıyorum.”
“Dersimli siyasetçiler için geliştirmeye çalıştığın ‘yalan makinesi’ projeni duyunca çok güldüm” dedi Ap İmam Wuşên. “Dersim’de işgalci çetelerin terzi atölyelerinde dikilen uyduruk üniformalarıyla boy gösteren, sarp geçişleri, ücra ve derin mağaralara giden yolları bilen, o mağaraların en dip noktasında, ağlamalarını Türk askeri duymasın diye ağzı anneleri tarafından kapatılan bebelerin nefes alışlarını bile duyan eli bıçaklı milisler her zaman var olmuştur. Sayısı az ama tahribatı her zaman büyüktür bu mundarların. Sen de bilirsin ki, kesik başıyla başını kesenin dansını görmesi Dersimli için yeni değildir. Üstelik atölyeler çiftleşti. ‘Vatansever’ milislere, ‘yurtsever’ milisler eklendi. Türkleştirme ve Kürtleştirme (yani PKK’nın tabiri ile ‘Botanlaştırma’) kampanyaları aracılığıyla milisler bizde çok derin yaralar açtılar.”
“Asırlardır bağrımıza dayanmış olan paslı Türk süngüsüne, PKK eliyle son 21-22 yıldır Şafi Kürd’ün ağulu bıçağı da eklendi. Velhasıl, Yavuz Sultan Selim’in torunlarıyla İdrisi Bitlisi’nin torunlarının o utandıran, boynumuzu büken çifte kuşatması bize gülmeyi unutturdu. Cemin, cemaatin, sohbetin ve sevdanın anlamı kalmadı.”
“Dersim’de artık her şey içeriksiz ve derme-çatmadır. Orijinalitemiz ayaklar altına alındı ve nefretle çiğnendi. Bu Türk’ün ve Şafi Kürd’ün şehvetle birleştiği andır. Düşmanları birleştiren bu edepsiz şehvet elbette Dersim’in öfkesinin de ana kaynağıdır.”
“TSK ve PKK’nın Dersim düşmanlığı farksızdır. TSK terör aracılığıyla Dersim’i Türkleştirmeye çalışıyorken, PKK aynı şeyi Dersim’i ‘Botanlaştırmak’ (Kürtleştirmek) için yapıyor. Kırdaşki konuşan da Kırmancki konuşan gibi mağdurdur. PKK’nın Dersim ile bir alakası yoktur. Lakin dert ağırdır, Abdullah’ın Abdil’i gelmiş Türk solunun desteğiyle belediye başkanı olmuş Kürt misyonerliği yapıyor.”
“Çifte terör altındaki yaşantımız yüzeysel ve idareliktir. Dersim erkeği artık eskisi gibi kendine bakmıyor. Dersim kadını artık eskisi gibi süslenmiyor. Göz göze gelemiyoruz. Dilimiz kayboldu, dolayısıyla ruhumuz da kayboldu. Köylerimiz yerle bir edildi. Kırmanciye ailesi tarihe karıştı. Dersim’de artık Kırmanc anneler yoktur. Kuşakların o inci taneleri gibi yana yana doğal dizilişi de yoktur.”
“Son 21-22 senedir Türk ve Kürt terör örgütlerinin ortak kurbanıyız. Ermenileri de beraber avladılar. Asırlık Ermeni medeniyeti Türk ve Kürt (Şafi) barbarlığı karşısında birkaç ay içinde kayboldu. Mütecavizlerin saçları yapış yapıştı. Yakalarında bir karış kir vardı. Koltuk altları bit kaynıyordu. Dişleri sarıydı ve ağızları leş gibi kokuyordu. Ermeniler bu pis bedenlere ve ruhlara kurban düştüler. Soykırım nedeniyle boşalan yerleri Türkler ve Kürtler kendi aralarında paylaştılar. Kilise yıkıntıları ve tahrip edilmiş Ermeni mezarları Türk’ün ve Şafi Kürd’ün tarihsel suç kardeşliğinin sembolleridir.”
“Kardeşler bugüne kadar bir kez olsun bile pişmanlık göstermediler. İnkarın her iki cephedeki bağımsız, gönüllü, yaygın ve derin hakimiyeti çok ürkütücüdür. Bizde de bir ölçüde zalimi hoş görme kültürü gelişti. Almanya’da Holocaust’u inkar etmek bir suçtur biliyorsun. Onun için tarihi gerçekleri yok sayan Türk’ün ve Şafi Kürd’ün çadırına asla misafir olunmaz. Siz çorbanın üstündeyken birden çadırı üstünüze yıkarlar. Soluksuz ve kıpırtısız kalırsınız. Bir bıçak yağmuruna tutulursunuz, lakin bıçaklı elleri göremezsiniz. Kanınız çorbaya karışır. Öyle ki, çadır bezini ve bedeninizi delik deşik eden bıçak yağmuruna sevirsiniz bile. Zira birazcık nefes alabilmeyi umut edersiniz!”
“Ancak cumhuriyet döneminde Türk ‘kardeş’i Kürd’e de çok zulüm etti. Bunlar arasında son yıllarda yaşanan hileli çatışma ise objektif olarak bizi yok etmenin en etkili aracı oldu.”
“Bugün ben soracağım, siz cevap vereceksiniz” dedi Bertal. Sizin söyleyecekleriniz benim için konuyla ilgili tek geçerli referans çerçevesini oluşturacaktır. Çünkü konunun uzmanı sizsiniz.”“KIRMANC KAVRAMININ TARİHSEL ANLAMI NEDİR?” diye sordu Bertal.
“Basit bir isim olmanın ötesinde hiçbir tarihsel anlamı yoktur bu kavramın. Varsa bile bunu ben bilmiyorum. Akranlarım arasında ‘Kırmanc kavramının tarihsel evrimini biliyorum’ diyen çıkmaz. Benim kuşaktan insanlar senin kuşaktan insanlar kadar izahatcı sayılmazlar. Kırmanc Dersim’de yaşayan halkın adıdır. Bu tanımda din faktörü belirleyicidir . Tarihsel olarak ne Kırmancki konuşan, ne de Kırdaşki konuşan kendisini Kürt (Khurr) olarak görmüştür.”
“O ZAMAN KÜRTLERLE BAĜIMIZ NEDİR?”
“Özelden genele mi gitsem, yoksa genelden özele mi gelsem? ‘İnduktif’ mi, ‘deduktif’ mi bir cevap versem?” Gülümseyerek, “teorik bir cevap yerine, kişisel deneyimlerime dayanan bir cevap vermek istiyorum” dedi Ap İmam Wuşên.
“Aslında ben bu işte tamamen masumum. Bütün hin oğlu hinlik torunum Huso’nun aklından çıktı. 90’lı yılların başında Dersim’in köyleri Türk ordusu tarafından boşaltılmaya başladığında, bizim millet kavak ağaçlarını ve keçilerini haraç mezat satmaya başladı. O yıllarda Dersim’e dışarıdan çok sayıda keçi ve kavak alıcısı gelmişti. Bunlar arasında epeyce Kürt (Khurr) de vardı. Biliyorsun torunum Huso tembeldir ve rahatına çok düşkündür. Huso köye her seferinde taksi ile gitmek istiyor ama parası yok. Kürt kavak alıcılarını ‘çok sayıda kavağım var’ diyerek taksiyle köye götürmeye ikna ediyor. Huso ‘benimdir’ dediği köyün bütün kavaklarını satılığa çıkarıyor. Ancak kavaklara son derece fahiş bir fiyat biçince, Kürt alıcılar her seferinde yalnızca Huso’nun taksi parasını ödemiş olmakla kalıyorlar. Huso’nun aynı şeyi birkaç kez yaptığını duydum. Bizim Kürt ile ilk tarihi ve ticari ilişkimiz budur. Bizimle Kürt arasında her zaman Türk vardı. Kürt normal olarak Türk askeri olmadıktan sonra Dersim’e gelmezdi. ”
“Bizim dilde ‘Kürt’ kelimesinin olmadığını biliyorsun. Biz Kürtlere ‘Khurr’ deriz. ‘Kürt’ kelimesini Dersim’e 1970’li yıllarda radikal Türk solu getirdi. Daha doğrusu cahil ve Stalinist Türk solu Osmanlı ve Türk’ün doğuda yaşayan herkese ‘Kürt’ demesini esas aldı. Baytar Nuri’nin incilerinden daha düne kadar kimsenin haberi yoktu. Kendi kendine Seyit Rıza’yı ‘Kürdistan generali’ ilan etmiş. Kaldı ki burada adı geçen ‘Kürdistan’ Kızılbaş bir Kürdistan’dır. Bu tek kişilik manifestoda anti-Türk ve anti-İslam vurgu en önemli unsurdur. Bunun Şafi Kürd’ün veya PKK’nın Kürdistanı ile hiçbir alakası yoktur.”
“Dersim’in en normsuz, manevi değerlerden en yoksun ve en çok Elazığlılaşmış gençleri PKK’cı oldular. PKK’cılar daha baştan itibaren Kürtçülük adına şiddet kullanmaya, Dersimli gençleri öldürmeye başladılar. Sonra PKK Dersim kültürel kimliğine karşı açık bir savaş açtı. ‘Dersim’i Botanlaştırma’ kampanyası çerçevesinde feci bir terör uyguladı. Bunu anlatmak ağırdır. Tek başına Murat Kahraman’ın ‘Çığlık’ adlı kitabını okuyan bile Dersim’e yönelik PKK terörünün boyutunu görür.”
“Bugün PKK’nın MİT tarafından kurulan bir dalga kıran olduğunu herkes biliyor. PKK en büyük zararı Kürtlere verdi. Ama MİT ajanı Abdullah Efendi hâlâ Kürtlerin güneşidir. Dolayısıyla PKK ile Şafi Kürtler arasındaki ilişki güçlüdür.”
“Radikal Türk ve Kürt solunun ezici çoğunluğunun Pol Pot’cu bir mentalite taşıdığını biliyorsun. Türk ve Kürt solcuları tıpkı Türk ırkçıları gibi etnik-kültürel toplulukların yaşantısına baştan sona yeni bir şekil vermek isterler. Bizim bizi nasıl tanımladığımızın onlar için hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, onların bizimle ilgili ‘bilimsel’ görüşleridir. Kabul etmezseniz hakkınız ölümdür.”
“Etnik ve kültürel değerlerimize saygı gösteren hiç olmadı. Bizi sürekli bir biçimde şekilsiz veya şekli optimal olmayan bir hamur gibi gördüler. Onun için Türkleştirme ve Kürtleştirme (‘Botanlaştırma’) kampanyalarına maruz kaldık. Bıçaklarını, tüfeklerini, bombalarını, mayınlarını ve boğma tellerini alıp Dersim’e geldiler. Bitirildik, ama şekil verici Türk’ün ve Kürd’ün hileli kavgası hâlâ bitmedi. Boşaltılan köylerimiz ve kimliğimiz üzerinde hâlâ dövüşüp duruyorlar.”
“PKK’NIN ASIL AMACI DERSİM’İN OTANTİK ETNİK-KÜLTÜREL KİMLİĜİNİ YOK ETMEKTİR DİYEBİLİR MİYİZ?”
“PKK TSK ekolündendir. Çok kültürlü toplumlara karşıdırlar. Türk ve Kürt çok kültürlü toplumdan ne anlar? Taraflar oldum olası kendi açılarından homojen bir toplum yaratmak istiyorlar. ‘Kuzey-Kürdistan Kürtçülüğü’ Türkçülüğün bir replikasıdır. Demokrasi, insan hakları ve çok kültürlülükten nefret ederler. Dersim’e düşman olmalarının sebebi budur. Ancak Türk derin devleti PKK’yı öncelikle vicdan sahibi ve medeni bir Kürt direniş hareketinin ortaya çıkmasını engellemek için kurdurdu. Apo Süriye’nin eline düşünce onların uşağı oldu. Böylece PKK’da anti-Türk faktör zuhur etti. Planlanan bu değildi.”
“PKK Kürd’ün en saf ve en fakir çocuklarını son derece hoyrat ve umursamaz bir biçimde ölüme gönderdi. Kürtler yağmalandılar. Kürd’ün başına gelmeyen kalmadı. Bu uğurda Kürt her şeyini yitirdi. Onun için PKK ve Apo gerçeği artık Kürtleri ilgilendirmiyor. Apo’nun DNA testiyle Mustafa Muğlalı’nın veya Tamburalı Paşa’nın oğlu olduğu ispatlansa bile, Şafi Kürtlerin tutumunda bir değişiklik olmaz. Nitekim Apo Türklere ‘ben sizin yeğeninizim, sizden özür diliyorum, ne olur beni öldürmeyin’ diyerek yalvardığında, Kürtler onu yine bir kahraman olarak görmeye devam ettiler. Kürt görmek istediğini görüyor. Kürt buna mahkum olmuştur. Başlarına gelenleri nasıl unutsunlar? ‘Siz kandırıldınız, çocuklarınız boş yere öldürüldü’ demek kolaydır, ama bunu kim kabul eder? Kürtler İmralı sakinine ‘güneşimiz’dir demeye devam ederlerken, ‘hayır! dengesiz ve korkak bir kriminal tarafından feci bir biçimde kandırıldığımızı reddediyoruz! Çocuklarımız boş yere öldürülmedi!’ demek istiyorlar. Bu Kürtlerin vicdani olarak ne ölçüde geliştikleri sorunundan bağımsız olarak böyledir.”
“SORUN BİR NEVİ KAN DAVASINA DÖNÜŞTÜ DİYEBİLİR MİYİZ?”
“Kürt, son 21-22 yılda ödediği korkunç bedele karşılık olarak bir şeyler elde emek, ‘çok çektik ama sonuçta buna değdi doğrusu’ demek istiyor. Türk zulüm etmekten vaz geçmiyor. Türk Kürd’ü artık eskisi gibi inkar etmese de, onu yine eskisi gibi köle tutmak istiyor. Türk bir türlü insanlaşmayınca, Kürt PKK’ya sarılmaya devam ediyor. Kan davası genellikle aşağı-yukarı eşit koşullarda yaşayan aşiretler arasında patlak verir. Burada aşiretler eşit olmayan koşullar altında yaşıyorlar. Türk’ün Kürd’e yaptığını ve yapmakta olduğunu unutmamak gerekir.”
“SİZCE KÜRT DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI MÜCADELESİ Mİ VERİYOR?”
“Kürd’ün ezilmesi demokrasi ve insan haklarının olmadığını gösterir. Nitekim bu durum Kürd’ün silaha sarılmasını meşru kıldı. PKK bu meşru zemini kullandı. Ama çok kısa bir süre sonra PKK’nın Türk devletinin ideolojisini ve metodlarını kullandığı açığa çıktı. Korucu kadınlarına ve çocuklarına yönelik katliamların tümünü onlar yapmadılar. Ancak Türk devletine yolu onlar açtılar. Keza PKK infazları Türk devletinin infazlarından farksızdır. PKK cezaevleri Diyarbakır zindanın replikasıdır. Yüzlerce PKK’lı kadın ‘Apo bize tecavüz etti’ dedi. Kürt cephesinde bunu duyan olmadı. Bütün bunların sonucu olarak, ‘Kürd’ün merhameti, vicdanı ve hukuku yoktur’ diye düşünüyorum.”
“Kürd’ün bu biçimde bağımsızlaşması yalnızca diktatörlüklere bir çeşni katar. Kürt bu biçimde medeni dünyada asla yer alamaz. Kürtlerin demokrasi ve insan haklarına sahip olmaya mutlak hakları vardır, ama Kürt cephesinde demokrasi ve insan haklarının esamesi okunmuyor. Cephe gerisinde demokrasi uygulamayanların demokrasi talebi sahtedir. Kürd’ün demokrasi yanlısı olmak gibi bir gelişmişliği yoktur. Kürd’ün talebi, objektif olarak ‘bırakın bizi PKK yönetsin’ gibi bir istekten ibaret kalıyor.”
“ETNİK VE KÜLTÜREL BAKIMDAN DERSİMLİ İLE ŞAFİ KÜRT ARASINDA HİÇBİR BENZERLİK OLMADIĜINI BİLİYORUM. DERSİM KİŞİLİĜİ İLE ŞAFİ KÜRT KİŞİLİĜİ ARASINDAKİ BÜYÜK FARKI ORTAYA KOYAN GENİŞ ÖLÇEKLİ SOMUT BİR ÖRNEK VEREBİLİR MİSİNİZ?”
“Kadına yaklaşım tarzı iki toplum arasındaki kültürel uçurumu ortaya koyan örneklerden biridir. Kürt toplumunda kadın erkeğin mutlak kölesidir. Bu yalnızca kocanın düşmanlığını değil, aynı zamanda babanın, erkek kardeşlerin, annenin ve hatta kız kardeşlerin düşmanlığını da içerir. Namusunu temizleme adına, sorgusuz sualsiz öldürme, burun ve kulak kesme, saç kazıma, ahırda katıksız müebbet hapse mahkum etme Kürt toplumunun kadına karşı ortaya koyduğu geleneksel tutumu sergiler. Kocası tarafından boşanan kadın baba evine döndüğünde bile, ailesi tarafından dinlenmeden ahırda katıksız müebbet hapse mahkum ediliyor. Bizde boşanan kadın, boşanmanın sebebi ne olursa olsun, baba evine döndüğünde sevgi ve şefkatle karşılanır. Ayrıca bizde kadın yalnızca boşanmayı beklemez. Gerektiğinde tereddüt etmeden boşanır. Her durumda, ‘Tı xêr ama cigera m’!’ deriz. ‘Meserme! No çê tuyo. Tı oncia ama çê ho.’ ”
“SUNNİ ZAZALARIN DERSİMLİLERE ŞAFİ KÜRTLERDEN DAHA YAKIN OLDUKLARINI SÖYLEYEBİLİR MİYİZ?”
“En azından dil ortaklığımız var Sunni Zazalarla. Zazaca’nın yaşatılması minimal ortak kaygı olmalıdır. Zaza yurtseverliği Türk ve Kürt gericiliğinin Dersim’i boğduğu koşullarda tabii ki bir nefes alma olanağıdır. Bizi Türk’e ve Kürd’e yakınlaştıran her türlü tanımlama reddedilmelidir. Bunu söylemekle kimliği aklın önüne geçirdiğimi sanma. Aksine tam tersini yapıyorum. Zaza yurtseverliği en az Alevilik kadar Anadolu’da ilerici bir rol oynayabilir. Çok kültürlülüğe hasım olan Türklerin ve Kürtlerin her şeyi kendileriyle izah ettikleri bir ortamda başka grupların uyanmasından rahatsızlık duymak anlaşılmazdır.”“DİLİMİZ ZAZACA OLDUĜU HALDE NEDEN BUNU BİR KEZ OLSUN DİLE GETİRMEDİNİZ? ZAZA KAVRAMINI NEDEN PALU İLE ÖZDEŞLEŞTİRDİNİZ?”
“Dersim’in kültürel kimliğinin tarihsel şekillenmesinin veya konuyla ilgili genel konuşmaların kollektif bir organın zaman zaman bir araya gelerek aldığı çeşitli kararlar üzerinde gerçekleştiği sanılmamalıdır. Kültürel kimlik yetkili kurumlar tarafından teorik olarak sistematize edilmekten ziyade, spontan bir biçimde pratik olarak yaşanır. Dolayısıyla konuyla ilgili araştırmalar yaparken otantik teorik analizler aramak yerine, o bölgede somut olarak olup bitenin ne olduğuna bakmak gerekir. Biz farklı gruplar olarak bir Ermenileri, bir Palu-Çewlıg(Bingöl) Zazalarını, bir Türkleri, bir Lazları, bir de Khurrları tanırız. Kültürel kimliklerle ilgili yaptığımız ‘teorik’ konuşmalar hemen hemen bütünüyle bu gruplarla sınırlıdır.”
“Soyut bir tip olarak Zaza’yı Dersimli ile kıyaslamak anlamsızdır. Dersimli soyut bir Zaza kavramından hareketle Paluluya ulaşmamış, tam tersine Paluluyu inceleyerek Zaza kavramına kendine göre bir anlam vermiştir. Bu bir yorumdur. Palu Zazaları ile aynı dili konuşuyor olmak aramızdaki büyük kültürel farklılıkları ve tarihsel husumeti gidermeye yetmedi. Dersim’e yönelik Türk hücumlarında çok sık biçimde Şafi Kürd’ün yanında Sunni Zaza da yer aldı. İntikam duygusuyla Sunni Zaza’ya saldıran Dersimliler de oldu. Şu bir gerçek ki Alevi ve Sunni Zaza’yı birleştirme şuuru gibi bir şuur hiç oluşmadı. Geçici askeri ittifak arzularını yaşam birliği arzusu gibi anlamamak gerekiyor.”
“Ancak geçmiş ilişkiler kutsal bir patron oluşturmazlar. Kötü olanı düzeltme arzusunu prensip olarak reddeden insanlar, en azından düşüncesiz insanlardır. Burada aklın kimliğin önüne geçtiğini görüyoruz. Aslında bunlar Xıranlıları veya Kırdaşki konuşan Dersim’in diğer aşiretlerini düşünmekten ziyade, PKK’ya hoş görünmek istiyorlar. Kısacası, Zazaca konuşanların genel bir dayanışma içinde olmaları çok iyi bir düsüncedir.” “DERSİMLİLER ARASINDA ‘BİZ ZAZAYIZ’ DEMEYİ İHANET SAYANLAR VAR. BUNLARIN BİR KESİMİ KIRMANCIYE KAVRAMINI SUİSTİMAL EDEREK BİZİ SÜREKLİ BİR BİÇİMDE PPK’NIN VE ŞAFİ KÜRTLERİN ETKİ SAHASI İÇİNDE TUTMAYA ÇALIŞIYORLAR. SİVEREK VE PALU’YA MEYDAN OKUYORLAR. BU KONUDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?”
“Samimiyetsizlikleri anlamak zor değildir. Örneğin samimiyetsiz insanlar tecavüzü veya ahlaksız ilişkiyi teşhir etmek adına, çok sık biçimde gizli bir erotizmi içeren yazılar veya şiirler yazarlar. Nazım Hikmet’in Ganalı bir zenci olan Taranta Babu’nun o incir memeli kız kardeşinin Ual-Ual çarşısında güpegündüz mavi boncuk tüccarı Romalı Sinyor Romilüs tarafından altına alınmış olmasını şiirleştirmesindeki maksadı ne idi? Bence bu şiirde esas olan emperyalist bir tüccara yönelik bir teşhir olmaktan ziyade, gizli bir erotizmdir. Tecavüzü veya ahlaksız ilişkiyi teşhir etmek isteyen neden diz boyuna çıkmış ulusal rezillikleri görmezlikten gelsin ve o kadar uzağa gitsin ki? Buradaki ‘altına alma’da zorun kullanılıp kullanılmadığı da belli değildir. Belki de mavi boncuk tüccarı Romalı Sinyor Romilüs incir memeli Ganalı kızı mavi boncuklarıyla kandırdı.”
“TÜRK SOLCULUĜU VE KÜRT MİLLİYETCİLİĜİ DERSİM’DE SON DERECE TAHRİP EDİCİ VE ASİMİLASYONCU BİR ROL OYNADI. ŞİMDİ SIRANIN ZAZACILIĜA GELDİĜİ SÖYLENİYOR. SİZCE BU DOĜRU MU?”
“Bu teorinin iki versiyonu var: a) Aşırı hassasiyet teorisi, b) Akıllı çerçilerin PKK’dan kültürel muhtarlık talep etme teorisi.”
“Tarihsel kültürel farklılıkları her zaman olumsuzluğa işaret etmezler ve dolayısıyla bunları yeni projeler aracılığıyla ortadan kaldırmaya gerek de yoktur. Zaza yurtseverliği yapanlar bazen Türklerin ve Kürtlerin milliyetçi jargonunu çağrıştıran ifadeler kullanıyorlar. Tarihsel Dersim kültürünün optimalize edilmeye ihtiyacı yoktur. Öte yandan, aynı dili konuşan topluluklar arasındaki dostane olmayan ilişkileri kutsal bir kültürel patron olarak algılamamak gerekir. Hassasiyet teorisi bu durumu hiç hesaba katmıyor. İkincisi, bu teoride Dersim’in mevcut durumu hiç dikkate alınmıyor. Tahrip edilen bir şey varlığını sürdüren bir şey imiş gibi gösteriliyor. TSK ve PKK arasındaki çatışmaların Dersim’in etnik-kültürel kimliği üzerindeki yıkıcı sonuçlarına perde germek Dersim’e yapılan bir hizmet sayılmaz. Gerçeği olduğu gibi görmeliyiz. Zazacılar bizim dili tekrar Dersim’in dili haline getirirlerse onları gözlerinden öpmek lazım. Dersim bu arada Sunnileşebilir mi dersiniz? Hiç sanmıyorum. Birinci olarak, Zazacıların böyle bir amacı yoktur. İkinci olarak, en sizin kadar solcu olan Zazacıların öyle bir emeli olsa bile, Dersim’de kimse din değiştirmez.”
“Ancak kültürel muhtarlık teorisi bu kadar ‘masum’ bir teori değildir. Bu teori zorba işgalcilerle arayı iyi tutma ve onları daha dağda iken ofiste görme teorisidir.”
“Dersim’in dürüst, cesur ve mert savucusu çok azdır. PKK Dersim’in kendine özgü dürüstlüğünü, cesaretini ve mertliğini tahrip etti. Bu travma hâlâ sürüyor. Dersimliler bağımsız olarak çok az şey yapabiliyorlar. Yapılanlar genellikle ya Türk devletinin ya da PKK’nın eline geçiyor. ”
“Gönüllü uşaklıkla korku birbirine karıştı. Ar damarının çatladığı noktada sözün hükmü kalmıyor. Dersimli çocuklar bu gidişle ‘en iyi İstiklal Marşı okuyan öğrenciler’ olacaklar ve hiçbir devlet tarafından adam yerine konulmayan paranoyak Türklerin ve velilerinin çok büyük beğenisini kazanacaklar. Keza bazı Dersimliler PKK işbirlikçiliğini Kırdaşki konuşan Dersimlinin varlığına duydukları ‘saygı’ ve Sunni Zaza’nın hayali asimilasyonculuğuna karşı ortaya koydukları anlamsız tepkiyle gizlemek istiyorlar.”
“Özetlersek, bu icazet teorisi aracılığıyla ‘merhaba bizim ETA gerillaları size karşı değiliz, ileride biraz kibarlaşarak biz akıllıları kültür muhtarları olarak atamanızı bekliyoruz’ şeklinde özetlenebilecek olan bir mesaj vermek istiyorlar. Belli ki politikacı olarak doğmuş bu insanlar. Şanslı doğmadın mı, arı gibi çalışkan olsan da, sonradan böyle bir yetenek sahibi olmaya ömrün asla yetmez. Ancak kültür muhtarlığı yine de Dersim’e yakışmaz. ”
“SİZCE BU AŞAMADA CAN ALICI SORUN HANGİSİDİR?”
“Etnik-kültürel bir grup olarak geleceğimiz Zazaca’nın geleceğine bağlıdır. Zazaca ölürse biz de ölürüz. Yüz yıl yaşamayan Kızılbaşlık yüz yıl sonra içeriğinden ve rituallerinden hiçbir şey kaybetmeden tekrar hayat bulabilir. Kêmerê Duzgıni beş yüz sene ziyaret etmesek de ortadan kalkmaz. Ama on yıl konuşulmayan bir dil artık bir daha hiç konuşulmaz. Dahası bizim için Kêmerê Duzgıni’nin hikayesi bizim dilde anlatılırsa anlamlıdır. Öyle gözüküyor ki Kêmerê Duzgıni Zazaca’yı kurtaramayacak, ama Zazaca Kêmerê Duzgıni kurtarabilir.”
“Dersim Kızılbaştır ve Kırmancki (Zazaca) konuşur. Kırdaşki (Kürtçe) konuşan aşiretler de bizdendir. Bu kültürün özgürlükçü, hümanist ve rasyonalist değerleri her türlü milliyetçiliği ve İslamı reddeder. Cami Dersim’de kültürel tecavüzün simgesidir ve hep öyle kalacaktır. Vaazı Zazaca vermekle de bu durumu değiştiremezsiniz.”
“NE İSTEDİĜİNİZİ ÖZETLEYEBİLİR MİSİNİZ?”
“Her şeyden önce Dersim davasını savunanların Türkleştirme ve ‘Botanlaştırma’ (Kürtleştirme) terörüne karşı çok açık bir tutum almaları gerekiyor. Özellikle ‘Botanlaştırma’ terörüne karşı açık bir tutum almayanlar veya alamayanlar çok akılsız, çok dengesiz ve çok güvenilmez konuşmalar yapıyorlar.”
“Herkes için demokrasi ve insan hakları talep ediyorum. Tüm etnik-kültürel kimliklerin resmi olarak tanınmasını istiyorum. Azınlık dillerinde eğitimin sağlanması ve desteklenmesi gerekir. Tüm etnik-kültürel bölgelere idari özerkliğin verilmesi demokrat ve medeni olmanın bir gereğidir. Ayrıca İslam’ın müslümanlar tarafından Anadolu’da baş belası bir din olmaktan çıkarılacağını umut ediyorum.”
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Dersim Forum

 

DÜŞÜNCE POLİSLERİ YAHUT ENDAZESİZ EŞEKLER

Auteur - yazari: Mehmet Yıldız Tarih, gün ve saat : 09. Eylül 2006 08:21:57:
DÜŞÜNCE POLİSLERİ YAHUT ENDAZESİZ EŞEKLER
Özgür olmayan toplumlarda fikirlerin gücünün genellikle çok abartıldığına inanıyorum. Diktatörler bazı fikirler açıklanır açıklanmaz muhalif bir rejim hareketinin ortaya çıkacağına ve egemen olanın yıkılacağına inanacak kadar aptal insanlar mıdır peki? Adaletli olmadıkları gerçeğini biliyor olmaları onları kuşkusuz bu konuda her zaman tedirgin ediyordur, ancak burada söz konusu olan bu gibi bir aptallıktan ziyade bir kurnazlıktır. Diktatörler fikirlerin gücünü bilerek abartıyorlar. Bunu yıllar boyu tekrarlamak suretiyle sonunda yönetilenleri de adeta aptallaştırıyorlar. Fikrin gücü dev yapılır. Fikir her şeye hükmeden modern bir tanrı olur. Fikir insanı böcek kadar güçsüz kılan doğal bir afet olur vs....
Oysa hiçbir fikir ne kadar inandırıcı olursa olsun kendi başına bir hareket doğurmaz. Dahası, bir fikirle o fikre dayandığı iddia edilen sosyal veya politik hareket arasında doğrudan bir bağ olduğunu ispatlamak mümkün değildir. Örneğin rejim karşıtı bir protesto eylemine katılan insanların % 100’ünün sözkonusu harekete “A” fikri yüzünden katıldıklarını beyan ettiklerini varsayalım. Bu durumda dahi “kendi başına yeterlilik arz eden bir nedensellik mekanizmasını keşfettik” diyemeyiz. Ama bu açıklamaları makul veya inanılır buluruz. Bu gibi “non-significant” olan nedensellik açıklamalarını makul veya inanılır bulmak, bilardo masasında beyaz topun kırmızı topa çarparak hareket etmesini sağladığını gözlemledikten sonra, “kırmızı topu beyaz top hareket ettirdi” şeklinde bir beyanda bulunmak gibi bir şey değildir.
Türkiye’de devlet yöneticileri özellikle sol ve etnik fikirlerin gücünü yıllarca olağanüstü bir biçimde abarttılar. Sağcı parti liderleri ve generaller her gün düşmanca fikirlere karşı demeç vermekle ve milletti büyük tehlike karşısında uyarmakla meşguldüler. Komünizm ve bölücülük fikri yüzünden ne çok insan öldürüldü, iskenceden geçirildi ve hapsedildi! Sırf bildiriler, pankartlar, pullar, duvar yazıları ve afişler yüzünden bile binlerce insan öldürüldü. İçinde dişe dokunur bir şey olmayan illegal yayınlar yüzünden sayısız ocak söndürüldü.
Sonra birden “AB’ye gireceğiz” gerekçesiyle fikirler serbest bırakıldı. Türk devleti bu yüzden yıkılmadı. O kadar korkulan sol fikirlerde bir maharet olmadığı da açığa çıktı. Gerçi devrimciler bunu hâlâ içlerine sindirebilmiş değiller ama, millet en azından generallerin ve sağcı parti liderlerinin tehlikeli fikirler hakkındaki o iğrenç demeçlerinden kurtuldu.
Bu gibi hasta toplumlarda büyüyen insanlar çoğu kez yaşadıkları olayların tüm vehametinin farkında bile olamıyorlar. Düşünce polisliği (George Orwell), mantıksızlık, keyfilik, abartı ve vicdansızlık politik aktörlerin genel özellikleri haline geliyor. Generallerin muhakeme tarzı adeta herkesin muhakeme tarzı oluyor.
Baskı toplumlarının insanları genellikle her türlü yeni fikirden ve farklılıktan korkarlar. Toplumda ne kadar az farklılık olsa o kadar çok mutlu olurlar. Özgür fikri boğmak yalnızca devlet yöneticilerinin tercihi değil, radikal muhaliflerin de eğilimi olur. Herkes dişini geçirebilecek birilerini arar. Bunları buldular mı acımasızca çullanırlar başlarına: “Siz bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Siz bize nasıl hakaret edebilirsiniz? Bunu sizin yanınıza koyar mıyız!”
Örneğin işkenceci polislerin veya cezaevi yöneticilerinin devrimci inançlara saldırmalarının ve devrimci liderlere hakaret etmelerinin bir problem sayıldığını hiç görmedim. Devrimciler bu gibi hakaretlerden özel olarak incindiklerini hiç belli etmediler. Ama bir Dersimli aykırı bir fikir beyan etmeye kalksa, derhal devrimci bir fetva çıkarırlar. Bu cahillerin neden alınabileceklerini tahmin etmek bile mümkün değildir.
Devletin daha düne kadar düşünceyi suç sayması bütün dikkatlerin onun üzerinde yoğunlaşmasını doğurdu. Oysa bu gibi bir yasakçılık Türk ve Kürt kültüründe de vardır. Sorunun esasen İslam dininden kaynaklandığı da sanılmamalıdır. Bu toplumların dinle pek ilgisi olmayan kesimlerinin tutumu da aynıdır. Fikri kendi başına tehlike olarak görmek ve fikre karşı düşünce polisi gibi haraket etmek Türkiye’de “ilericiler”in ve gericilerin ortak tutumudur.
Türkiye’de Dersim kültürel kimliğini tanıyan hiç kimse yoktur. Bu konuda sağ ile sol, laik ile dinci, muhafazakar ile devrimci, Türk şovenisti ile Kürt milliyetçisi arasında tam bir fikir birliği vardır. Dersim etnik-Kültürel kimliğini ve Zazaca’nın bağımsız bir dil olduğu gerçeğini İsmail Beşikçi bile inkar etti. Dahası, üst üste Stockholm sendromu yaşayan Dersimlilerin önemli bir kısmı bile artık kendini ya Türk ya da Kürt sayıyor.
Dersim fikriyatı çerçevesinde dile getirilenleri belli başlı olarak iki anabaşlık altında toplamak mümkündür: a) Dersim inancı, b) Dersim özlemi.
DERSİM İNANCI ile kastedilen Dersim etnik-kültürel kimliğinin objektif tarifi kapsamında dile getirilenlerdir. Burada kriter söylenenlerin hakikatı yansıtıp yansıtmadığıdır. Söylenenlerle söylenenlerden bağımsız olarak var olan gerçekler arasında bir bağ varsa tatmin olma koşulları sağlanmış olur. Tartışmanın ana konusu söylenenlerin doğru olup olmadığıdır. J. R. Searle’ün deyimiyle burada uyumun yönü “zihinden dünyaya” (mind-to-world-direction of fit) şeklindedir. Düşünce yanlışsa kendisini değiştirmeli ve dünyaya, yani kendisinden bağımsız olarak var olan gerçeğe uydurmalıdır.
DERSİM İNANCI şöyle özetlenebilir: Biz Türk değiliz. Biz Kürt de değiliz. Biz Türklere “Tırk”, Kürtlere de “Khurr” deriz. Bizim dilde veya kültürde Kırmanc olmak Kürt olmak anlamına gelmez. Sorun bir isim veya tanım meselesi değil, bir kimlik meselesidir. Bizim ayrı bir etnik kimliğimiz vardır. Bizim ayrı bir kültürel kimliğimiz vardır. Bizim dilimiz Zazaca’dır. Zazaca ne Türkçe’nin ne de Kürtçe’nin bir şivesidir. Ana dili Zazaca olan çocuk ne Türkçe ne de Kürtçe konuşmalardan bir şey anlar. Dersim alevidir. Dersim kültürü hümanist ve rasyoneldir. Kültürel olarak Dersim toplumu Müslüman Türk ve Kürt toplumlarından çok farklıdır. Bizi Türkler 1937-38 yıllarında soykırımdan geçirdiler. Bu soykırıma Khurr (Kürt) olduğumuzdan dolayı değil, bugün de taşıdığımız etnik-kültürel kimliğimizden, yani yukarıda kısaca bahsettiğimiz özelliklerimizden dolayı uğradık.
İnkarcılar, yani sağcılar, solcular, laikler, dinciler, muhafazakarlar, gericiler, ilericiler, devrimciler, Türk şovenistleri ve Kürt milliyetçileri bu inancımızı ve inancımız dışında var olan etnik gerçeğimizi yok sayıyorlar. Bir etnik kimliğin bu denli düşmanca bir tutumla karşılanması anlaşılır değildir. Bu tutumu çok akıldışı ve insanlıkdışı buluyoruz. Bu denli yaygın bir inkarcılıkla yüz yüzeyiz diye köleliği kabul etmeyeceğiz.
DERSİM ÖZLEMİ kapsamında dile getirilenler ise nasıl bir Dersim’de yaşamak istediğimizi yansıtırlar. Burada kriter özlemlerimizden bağımsız olarak var olan reel Dersim ile özlemlerimiz arasında ne ölçüde bir uyumun olup olmadığıdır. Özlemlerimizle irademizden bağımsız olarak var olan Dersim arasında bir uyum varsa, tatmin olma koşulları sağlanmış demektir. Eğer böyle bir uyum yoksa bunun mücadelesi verilir. Doğruluk ve yanlışlık gibi bir kriter olamaz burada. Ya özleme kavuşulur, ya da kavuşulamayan özlem bizi mutsuz kılar. Burada uyumun yönü “dünyadan zihne” (world-to-mind-direction of fit) şeklindedir. Özlemlerimize optimal olarak kavuşmamız için dünyayı değiştirirerek özlemlerimize uygun hale getirmemiz gerekiyor.
DERSİM ÖZLEMİ’ni kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dersim’i kuşatma altına almış tüm terör güçleri derhal defolup gitmelidirler! Dersim’de savaş istemiyoruz. Bu bizim savaşımız değildir. Dersim Türkleştirilemez! Dersim Kürtleştirilemez! Dersim’in dili Zazaca’dır. Dersim’de Kürtçe de konuşulur. Ama bu Kürtçe Dersimliyi Khurr (Kürt) yapmaz. Türkiye’nin saygıdeğer ilericileri, sırf etnik azınlıkları inkar eden Türk generallerinden farklı olduğunuzu göstermek için “Tunceliler”e Kürt demeyiniz! Ne Dersim “Tunceli”dir ne de Dersimliler Kürt’tür.
Dersim özgürleşecektir. Dersim’in köyleri “Hako tu sıkır! Tırk ve Khurr şi ma xelaşiyayme!” diyen Dersimlilerle dolacaktır. Dersim etnik kimliği özgürleşecektir. Dersim medeni dünya ile güçlü bağlantıları olan modern bir bölge olacaktır. Dersim’de aç ve evsiz kimse olmayacaktır. Dersim işsizlik, sağlık ve eğitim sorunlarını çözmüş medeni bir yerleşim yeri olacaktır.
Dersimli çocuklar yalnızca doğa bilimlerinde başarılı olmakla yetinmeyecekler, fakat sosyal bilimlerde, tarihte, dillerde ve felsefede de çok başarılı olacaklardır. Özellikle Türklerin ve Kürtlerin kültürlerini tüm ayrıntılarıyla öğreneceklerdir. Böylece bizim çektiklerimizin boyutu konusunda bir fikir sahibi olacaklardır.
Dersimli çocuklara kimse Türk milletinin ve M. Kemal’in yüce oldukları zırvalarını empoze edemeyecektir. Özgür Dersim çocukları eğitim adı altında çektiğimiz korkunç işkenceyi görerek bizim için üzüleceklerdir. Kimbilir, belki de beynimize yapılan bu tecavüzü sembolize eden bir heykel yaparak bunu okullarının ön bahçesine yerleştirirler...
En önemlisi de tarih dersinde M. Kemal ile A. Öcalan’ın konuşmalarını izleyerek gülmekten kırılacaklardır. Sonra milletlerin nereye kadar düşürülebildikleri üzerinde ciddi bir biçimde düşünerek dehşete kapılacaklardır.
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Koncik xido bu halklar seninle gurur duyuyor evlat Kenan Celik 10.9.2006 10:43 (3)
Ce: Koncik xido bu halklar seninle gurur duyuyor evlat Hidir Hozatli 11.9.2006 22:53 (1)
Ce: Koncik xido Bence bir dersimli degildir. Kenan Celik 12.9.2006 14:26 (0)
Ce: DÜŞÜNCE POLİSLERİ YAHUT ENDAZESİZ EŞEKLER Cafer 10.9.2006 07:18 (2)
bir not Cafer 10.9.2006 07:24 (0)
Dersim Forum

 

DÜŞÜNCE POLİSLERİ YAHUT ENDAZESİZ EŞEKLER

Auteur - yazari: Mehmet Yıldız Tarih, gün ve saat : 09. Eylül 2006 08:21:57:
DÜŞÜNCE POLİSLERİ YAHUT ENDAZESİZ EŞEKLER
Özgür olmayan toplumlarda fikirlerin gücünün genellikle çok abartıldığına inanıyorum. Diktatörler bazı fikirler açıklanır açıklanmaz muhalif bir rejim hareketinin ortaya çıkacağına ve egemen olanın yıkılacağına inanacak kadar aptal insanlar mıdır peki? Adaletli olmadıkları gerçeğini biliyor olmaları onları kuşkusuz bu konuda her zaman tedirgin ediyordur, ancak burada söz konusu olan bu gibi bir aptallıktan ziyade bir kurnazlıktır. Diktatörler fikirlerin gücünü bilerek abartıyorlar. Bunu yıllar boyu tekrarlamak suretiyle sonunda yönetilenleri de adeta aptallaştırıyorlar. Fikrin gücü dev yapılır. Fikir her şeye hükmeden modern bir tanrı olur. Fikir insanı böcek kadar güçsüz kılan doğal bir afet olur vs....
Oysa hiçbir fikir ne kadar inandırıcı olursa olsun kendi başına bir hareket doğurmaz. Dahası, bir fikirle o fikre dayandığı iddia edilen sosyal veya politik hareket arasında doğrudan bir bağ olduğunu ispatlamak mümkün değildir. Örneğin rejim karşıtı bir protesto eylemine katılan insanların % 100’ünün sözkonusu harekete “A” fikri yüzünden katıldıklarını beyan ettiklerini varsayalım. Bu durumda dahi “kendi başına yeterlilik arz eden bir nedensellik mekanizmasını keşfettik” diyemeyiz. Ama bu açıklamaları makul veya inanılır buluruz. Bu gibi “non-significant” olan nedensellik açıklamalarını makul veya inanılır bulmak, bilardo masasında beyaz topun kırmızı topa çarparak hareket etmesini sağladığını gözlemledikten sonra, “kırmızı topu beyaz top hareket ettirdi” şeklinde bir beyanda bulunmak gibi bir şey değildir.
Türkiye’de devlet yöneticileri özellikle sol ve etnik fikirlerin gücünü yıllarca olağanüstü bir biçimde abarttılar. Sağcı parti liderleri ve generaller her gün düşmanca fikirlere karşı demeç vermekle ve milletti büyük tehlike karşısında uyarmakla meşguldüler. Komünizm ve bölücülük fikri yüzünden ne çok insan öldürüldü, iskenceden geçirildi ve hapsedildi! Sırf bildiriler, pankartlar, pullar, duvar yazıları ve afişler yüzünden bile binlerce insan öldürüldü. İçinde dişe dokunur bir şey olmayan illegal yayınlar yüzünden sayısız ocak söndürüldü.
Sonra birden “AB’ye gireceğiz” gerekçesiyle fikirler serbest bırakıldı. Türk devleti bu yüzden yıkılmadı. O kadar korkulan sol fikirlerde bir maharet olmadığı da açığa çıktı. Gerçi devrimciler bunu hâlâ içlerine sindirebilmiş değiller ama, millet en azından generallerin ve sağcı parti liderlerinin tehlikeli fikirler hakkındaki o iğrenç demeçlerinden kurtuldu.
Bu gibi hasta toplumlarda büyüyen insanlar çoğu kez yaşadıkları olayların tüm vehametinin farkında bile olamıyorlar. Düşünce polisliği (George Orwell), mantıksızlık, keyfilik, abartı ve vicdansızlık politik aktörlerin genel özellikleri haline geliyor. Generallerin muhakeme tarzı adeta herkesin muhakeme tarzı oluyor.
Baskı toplumlarının insanları genellikle her türlü yeni fikirden ve farklılıktan korkarlar. Toplumda ne kadar az farklılık olsa o kadar çok mutlu olurlar. Özgür fikri boğmak yalnızca devlet yöneticilerinin tercihi değil, radikal muhaliflerin de eğilimi olur. Herkes dişini geçirebilecek birilerini arar. Bunları buldular mı acımasızca çullanırlar başlarına: “Siz bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Siz bize nasıl hakaret edebilirsiniz? Bunu sizin yanınıza koyar mıyız!”
Örneğin işkenceci polislerin veya cezaevi yöneticilerinin devrimci inançlara saldırmalarının ve devrimci liderlere hakaret etmelerinin bir problem sayıldığını hiç görmedim. Devrimciler bu gibi hakaretlerden özel olarak incindiklerini hiç belli etmediler. Ama bir Dersimli aykırı bir fikir beyan etmeye kalksa, derhal devrimci bir fetva çıkarırlar. Bu cahillerin neden alınabileceklerini tahmin etmek bile mümkün değildir.
Devletin daha düne kadar düşünceyi suç sayması bütün dikkatlerin onun üzerinde yoğunlaşmasını doğurdu. Oysa bu gibi bir yasakçılık Türk ve Kürt kültüründe de vardır. Sorunun esasen İslam dininden kaynaklandığı da sanılmamalıdır. Bu toplumların dinle pek ilgisi olmayan kesimlerinin tutumu da aynıdır. Fikri kendi başına tehlike olarak görmek ve fikre karşı düşünce polisi gibi haraket etmek Türkiye’de “ilericiler”in ve gericilerin ortak tutumudur.
Türkiye’de Dersim kültürel kimliğini tanıyan hiç kimse yoktur. Bu konuda sağ ile sol, laik ile dinci, muhafazakar ile devrimci, Türk şovenisti ile Kürt milliyetçisi arasında tam bir fikir birliği vardır. Dersim etnik-Kültürel kimliğini ve Zazaca’nın bağımsız bir dil olduğu gerçeğini İsmail Beşikçi bile inkar etti. Dahası, üst üste Stockholm sendromu yaşayan Dersimlilerin önemli bir kısmı bile artık kendini ya Türk ya da Kürt sayıyor.
Dersim fikriyatı çerçevesinde dile getirilenleri belli başlı olarak iki anabaşlık altında toplamak mümkündür: a) Dersim inancı, b) Dersim özlemi.
DERSİM İNANCI ile kastedilen Dersim etnik-kültürel kimliğinin objektif tarifi kapsamında dile getirilenlerdir. Burada kriter söylenenlerin hakikatı yansıtıp yansıtmadığıdır. Söylenenlerle söylenenlerden bağımsız olarak var olan gerçekler arasında bir bağ varsa tatmin olma koşulları sağlanmış olur. Tartışmanın ana konusu söylenenlerin doğru olup olmadığıdır. J. R. Searle’ün deyimiyle burada uyumun yönü “zihinden dünyaya” (mind-to-world-direction of fit) şeklindedir. Düşünce yanlışsa kendisini değiştirmeli ve dünyaya, yani kendisinden bağımsız olarak var olan gerçeğe uydurmalıdır.
DERSİM İNANCI şöyle özetlenebilir: Biz Türk değiliz. Biz Kürt de değiliz. Biz Türklere “Tırk”, Kürtlere de “Khurr” deriz. Bizim dilde veya kültürde Kırmanc olmak Kürt olmak anlamına gelmez. Sorun bir isim veya tanım meselesi değil, bir kimlik meselesidir. Bizim ayrı bir etnik kimliğimiz vardır. Bizim ayrı bir kültürel kimliğimiz vardır. Bizim dilimiz Zazaca’dır. Zazaca ne Türkçe’nin ne de Kürtçe’nin bir şivesidir. Ana dili Zazaca olan çocuk ne Türkçe ne de Kürtçe konuşmalardan bir şey anlar. Dersim alevidir. Dersim kültürü hümanist ve rasyoneldir. Kültürel olarak Dersim toplumu Müslüman Türk ve Kürt toplumlarından çok farklıdır. Bizi Türkler 1937-38 yıllarında soykırımdan geçirdiler. Bu soykırıma Khurr (Kürt) olduğumuzdan dolayı değil, bugün de taşıdığımız etnik-kültürel kimliğimizden, yani yukarıda kısaca bahsettiğimiz özelliklerimizden dolayı uğradık.
İnkarcılar, yani sağcılar, solcular, laikler, dinciler, muhafazakarlar, gericiler, ilericiler, devrimciler, Türk şovenistleri ve Kürt milliyetçileri bu inancımızı ve inancımız dışında var olan etnik gerçeğimizi yok sayıyorlar. Bir etnik kimliğin bu denli düşmanca bir tutumla karşılanması anlaşılır değildir. Bu tutumu çok akıldışı ve insanlıkdışı buluyoruz. Bu denli yaygın bir inkarcılıkla yüz yüzeyiz diye köleliği kabul etmeyeceğiz.
DERSİM ÖZLEMİ kapsamında dile getirilenler ise nasıl bir Dersim’de yaşamak istediğimizi yansıtırlar. Burada kriter özlemlerimizden bağımsız olarak var olan reel Dersim ile özlemlerimiz arasında ne ölçüde bir uyumun olup olmadığıdır. Özlemlerimizle irademizden bağımsız olarak var olan Dersim arasında bir uyum varsa, tatmin olma koşulları sağlanmış demektir. Eğer böyle bir uyum yoksa bunun mücadelesi verilir. Doğruluk ve yanlışlık gibi bir kriter olamaz burada. Ya özleme kavuşulur, ya da kavuşulamayan özlem bizi mutsuz kılar. Burada uyumun yönü “dünyadan zihne” (world-to-mind-direction of fit) şeklindedir. Özlemlerimize optimal olarak kavuşmamız için dünyayı değiştirirerek özlemlerimize uygun hale getirmemiz gerekiyor.
DERSİM ÖZLEMİ’ni kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dersim’i kuşatma altına almış tüm terör güçleri derhal defolup gitmelidirler! Dersim’de savaş istemiyoruz. Bu bizim savaşımız değildir. Dersim Türkleştirilemez! Dersim Kürtleştirilemez! Dersim’in dili Zazaca’dır. Dersim’de Kürtçe de konuşulur. Ama bu Kürtçe Dersimliyi Khurr (Kürt) yapmaz. Türkiye’nin saygıdeğer ilericileri, sırf etnik azınlıkları inkar eden Türk generallerinden farklı olduğunuzu göstermek için “Tunceliler”e Kürt demeyiniz! Ne Dersim “Tunceli”dir ne de Dersimliler Kürt’tür.
Dersim özgürleşecektir. Dersim’in köyleri “Hako tu sıkır! Tırk ve Khurr şi ma xelaşiyayme!” diyen Dersimlilerle dolacaktır. Dersim etnik kimliği özgürleşecektir. Dersim medeni dünya ile güçlü bağlantıları olan modern bir bölge olacaktır. Dersim’de aç ve evsiz kimse olmayacaktır. Dersim işsizlik, sağlık ve eğitim sorunlarını çözmüş medeni bir yerleşim yeri olacaktır.
Dersimli çocuklar yalnızca doğa bilimlerinde başarılı olmakla yetinmeyecekler, fakat sosyal bilimlerde, tarihte, dillerde ve felsefede de çok başarılı olacaklardır. Özellikle Türklerin ve Kürtlerin kültürlerini tüm ayrıntılarıyla öğreneceklerdir. Böylece bizim çektiklerimizin boyutu konusunda bir fikir sahibi olacaklardır.
Dersimli çocuklara kimse Türk milletinin ve M. Kemal’in yüce oldukları zırvalarını empoze edemeyecektir. Özgür Dersim çocukları eğitim adı altında çektiğimiz korkunç işkenceyi görerek bizim için üzüleceklerdir. Kimbilir, belki de beynimize yapılan bu tecavüzü sembolize eden bir heykel yaparak bunu okullarının ön bahçesine yerleştirirler...
En önemlisi de tarih dersinde M. Kemal ile A. Öcalan’ın konuşmalarını izleyerek gülmekten kırılacaklardır. Sonra milletlerin nereye kadar düşürülebildikleri üzerinde ciddi bir biçimde düşünerek dehşete kapılacaklardır.
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Koncik xido bu halklar seninle gurur duyuyor evlat Kenan Celik 10.9.2006 10:43 (3)
Ce: Koncik xido bu halklar seninle gurur duyuyor evlat Hidir Hozatli 11.9.2006 22:53 (1)
Ce: Koncik xido Bence bir dersimli degildir. Kenan Celik 12.9.2006 14:26 (0)
Ce: DÜŞÜNCE POLİSLERİ YAHUT ENDAZESİZ EŞEKLER Cafer 10.9.2006 07:18 (2)
bir not Cafer 10.9.2006 07:24 (0)
Dersim Forum

Friday, September 08, 2006

 

ONUR KIRICILIK

ASIL ONUR KIRICI OLAN...

Mehmet Doğan

Dinen, rezil bir 'eril' olan Allah'ının inayetiyle, bilmem kaç 'karı'yı kendine caiz gören, buna sınırsız cariye veya köleyi eklemeyi de hak gören, oğulluğunun karısına bile etik yoksunu Allah'ından ayet indirerek sahip olan, torunu bile olamayacak yaşta bir çocukla gerdeğe giren rezil bir 'peygamber'in ve onun dininin takipçilerinden adam olmaz!
Bu dinin 'eril'leri kendilerine kerhaneye gitmeyi, başka etnik kimliklere sahip kadınlara oruspu diye bakmayı ve onlara sahip olmayı, tecavüz etmeyi, oğlancılığı, ‚Allah’larının ve peygamberlerinin inayetiyle cennette 'gılman'ları kendilerine hak görürler. Ama kendilerinden bir 'dişi'nin her hangi bir 'eril'le, bırakalım temasa geçmeyi, gözgöze gelmesini öldürmekle, o olmuyorsa, burnunu kesmekle, o da mümkün değilse, ömür boyu ahırda hapsetmekle cezalandırmayı vb. vb. 'namus' ve 'şeref' olarak algılarlar. Mesela o ‚reziller şehri’nde bir genç kız sinemaya gidiyor veya çarşıda geziyor diye öldürülmüş ve bu infaz, ailesi de dahil, ‚rezil şehr'in rezil halkının ezici çoğunluğu tarafında onaylanmıştı.
Hatta kadının cinsel zevkten bihaber yaşaması için, onu sünnet ederler. Belki de Yahudi’lerden alınma rezil 'sünnet' geleneği kendi erkekliklerini kısmen öldürdüğü için, 'dişil'den intikam alırlar... Hırıstiyan erkeklerin % 90'nın 'şey'inin sünnetli müslüman 'eril'lerin 'şey'inden daha iri ve diri olduğunu bir-iki saunaya gitme tecrübemden biliyorum. Tabi ki, bunu hıristiyan erkeklerle temasa girmiş müslüman kökenli 'dişi'ler daha iyi bilirler... Bu konuda, 'Kurete Heyder'in babasını kendisine sormadan sünnet etmesi -yani sakatlaması- nedeniyle mahkemeye vermeyi düşündüğünü, ayrıca Mehmet Yıldız'dan, Hollanda'daki bir dil seminerinde dinlenme esnasında, Türk erkekleri için prezervatif boylarının yeniden düzenlenmesi konusundaki müthiş anekdotunu hatırlamadan edemiyorum...
Bunlar bir 'dişi'nin o şey konusunda bir 'eril'den çok daha güçlü olduğunu, o 'şey'e kendilerinden daha çok ihtiyaç duyduğunu bilirler. Peygamberlerinin de genç karı ve cariyelerine misafirleriyle konuşmayı ve teması yasaklamasını ve örtünmelerini o 'şey'inin çaptan düşmesi nedeniyle yukarıdan ayetlerle teminat altına aldığından da haberdardırlar.
Bunların -nerdeyse bir ulus olarak- bilmem ne 'evleri'inde kadınlarına her türlü rezilliği yapan birini 'peygamber'leri ya da 'güneş'leri olarak telakki etmeleri kattiyetle tesadüfi değildir...
Aynı 'aile'den olan müslüman dinkardeşleri Türklerle birlikte Dersimli/Kızılbaş, Ermeni, Asuri/Keldani, Ezdi kadınların ırzına geçmiş ve sonra da öldürmüş, daha sonra da orasını burasını keserek ölü bedenlerden ziynet eşyalarını çalmış, ya da -en fazlasından-, kendine kuma almış bir halkın çocuklarının Türklerle birlikte Dersim'e, dün 'Derviş ve Keşişlerin Ülkesi'ne, bugün ise, keşişlerin soyunu kurutulması nedeniyle, ne yazık ki 'Dervişlerin Ülkesi'ne hükmetmesi tek kelimeyle hüzündür.
Daha da fecisi, bir çok Dersimli'nin bunların yani ‚Kurr’ların/Şafi Kürtlerin kimliğine bürünmesidir. Asıl trajik olan, onur kırıcı olan da budur.

Mehmet Doğan

 

Tarihimiz

GEÇMISIMIZ VE GELECEGIMIZ

Hakki CIMEN

Bilinen hakikat; geçmisini iyi analiz edemeyen toplumlar, geleceklerini iyi kuramazlar. Bu bakimdan da olsa geçmisimizi küçümsememiz ya da oldugundan temiz ve parlak göstermemiz, gelecegimiz için telafisi zor felaketlere yol açabilir. „Bizim geçmisimiz tertemiz, digerlerinin kirlidir.“ demek her nekadar söylendigi anda kulaga hos gelse de, geçmisteki hatalari örtbas etmeye, telafi etmeye asla yetmez.

A. ERMENI SOYKIRIMI VE DEDELERIMIZ

Ben geçmis yillarda Ermeni Soykiriminda, dedelerimizin olasi günahlarindan ötürü, Ermeni halkindan af diledim. Burada da bu duygumu tekrarliyorum.Alevi Zazalar, Ermeni Soykirimini planlamamis ve yapmamistir. Osmanlidan Türk devletine geçisi saglayan Ittihat Terraki Hükümeti bu soykirimi planlamis ve gerçeklestirmistir. Bu soykirimi yapanlar Türk devletini kurdular. Soykirimcilarin baslari Talat, Cemal, Enver haricinde digerlerin cogu ardarada bakan, devlet reisi, basbakan ve diger kilit noktalarda çalisarak mutluca öldüler.
Bu Soykirim esnasinda devlet, Teskilati Mahsusa örgütü üyesi olan Gül Aga vasitasiyla Alevi Zazalara özetle su mesaji verdirdi: “Hep beraber gavurlari kovalim, tarlalari bag ve bahçeleri size kalsin!” Devlet ordusu ve milis güçleriyle Ermenileri yerinden yurdundan kaba güçle sökerken Alevi Zazalar en azindan seyirci kaldi. Seyirci olmak da bir islenmis suçtur. En azindan bu bana göre böyledir. Bu nedenle Ermeni halkindan özür diliyorum.
B. SEYH SAIT-ZAZA DIRENISI VE DEDELERIMIZ
1. Yasli Alevi Zaza Kesim, Müslüman Zazalara karsi önyargilidir.
Osmanli’dan T.C.’ye geçis dönemlerinde, Desim’de ve diger Zaza bölgelerinde asiret yapisi ve felsefesi geregi Zazalar arasinda sürekli bibirlerinin köylerini basmalari, birbirlerinin malini davarini kaçirmalari gasp etmeleri, kiz kaçirmalar v.b. hep gündemdeydi. Dêsim’de kan davasi bile 1937/38 Zaza Soykirimiyla hemen son bulmadi. Soykirimda tüm Alevi Zaza asiretler katliama ugradi. 1937/38 Soykirimi ve sonrasi sürdürülen beyaz katliamlar Alevi Zazalar arasindaki kan davasi duygusunu zayiflatti. Asiretler arasi sürtüsmeler silahli çatismalara dönüsmedi. Herkes ortak celadýni tanidi: Türk devleti.
Ancak Alevi Zazalarin, Müslüman Zazalarla iliskileri farkli bir biçim aldi. Aralarindaki dini fark hakim güçlerce, hep Zaza Halkinin birligine karsi kullanildi. Türk-Kürt Ittifakinin son 500 yilda sürdürmüs oldugu siyaset, Zazalari her firsatta biribirine kirdirdi. Zazalar arasinda kan davasindan da ileri derecede düsmanlik tohumlari ekildi.
Yasli Alevi Zaza Kesim de yasli Müslüman Zazalar da bu düsmanligin etkisini azaltici ciddi bir girisimde bulunamadilar. Okul, mektep mederese eksikligi, köylülük aliskanliklari reforme edemedi. Alevi ve Müslüman Zazalarin din adamlari ve sanatçilari da tarihi görevlerini yerine getiremediler. Bilgi yetersizliginden Zazalar bir halk olduklarinin bilincine ve gücüne varamadilar Yasli Alevi Zazalar, biraz da Seyh Sait Direnisinden uzak durduklarini, bu taraflariyla devlete yakin durduklarini göstermeye çalistilar. Bugünde ayni egilim sezmek mümkündür. Devlet irticadan dem vurdugunda Alevi Zazalar, kendilerini temiz ve devlete yakin göstermeye calisiyorlar. Benzeri bir inkar da kendilerini Erzinganli ya da Xarpetli göstermelerinde belirginlik kazaniyor. Yasli kesimin bu inkarini anlamak mümkün. Çünkü bu kesim 1937/38 Soykirimini duymamis, birzat yasamis.
Yasli Alevi Zazalardan, Zazalar arasi darginligi bitirmelerini beklemek yersizdir. Cünkü bu is onlarin bilgi ve bilinç seviyesini, günümüz sartlarina göre siyaset yapma gücünü asiyor. Nasil ki, Qewxa Alu u Demenu’de catisanlari o zaman durdurmak imkansizdi, sosyal, felsefi, siyasi bilgiden uzak duran bu kesimden „Alevi Zazalarla Müslüman Zazalar kardestir.“ dedirtmek zordur.
Aslinda sorun yasli kesim degildir. Sorun okumus ama kendi geçmisine yabanci hale sokulmus, kendini solcu ilerici v.s. göteren okur yazar kesimdir. Çag degismis, sartlar degismistir. Dün yapilan siyaset içerigi, metodu ve biçimiyle bugün geçerli degildir. Yaslilarimiz kendilerine göre dün öyle siyaset yapmis. Bugünün siyaseti bugünün sartlarina göre yapilmalidir.
Alevi Zazalardan Okumus solcu ve kürtçü egilimli kesim:“Yaslilarimiz Müslüman Zazalari Yezit, Mewran dölü, yolundan dönen v.s. görüyor; Müslüman Zazalarla kendini ayni halktan görmüyor.“ diyerek, „Kirmanc“, „Kirmanciye“, DeRsimli“ligi savunmaya geçmeleri aslinda Türk solcularina ve Kürt örgütlerine yaranmak ve sirin görünmek ihtiyacinin bir sonucudur.
ÇÜNKÜ :
a) Türk solculari, Türk devletinin aynisi homojen bir tek „Türk Toplumunu“ hedeflemektedirler. Onlara göre Anatoliya’daki diger etnikler öldürülmelidir. Zaza solculari, bilinçaltrinda Türk solcularin bu diktatlarina uymaya calisiyorlar. Öyle ki son 40 yilda Türk solcularin basarili çalismalari sonucu, solculuk yapanlarin kendi etnik kökeninden sözetmeleri ayip, tabu, günah haline sokuldu. Bu nedenle Zaza solcular ve özellikle Alevi Zaza solcular bu ayibi islememek için büyük çaba harciyorlar. Türk solcular „Türküm“ derken ayip olmuyor. Ancak Zazalar „Zazayim.“derken neden ayip olsun. Zazalari bu inkara iten fenomen milli bilinç eksikligidir.
b) Alevi Zazalardan Okumus kürtçü egilimli kesim de „Kirmanc“, „Kiramanciye“, „DeRsim“, „DeRsim Cemaati“ v.s. adlarla konusup yazmaktadirlar. Bunlar da bilinçaltlarinda kürtçü örgütlere sirin gözükmeye çalisiyorlar.
2. Okumus Alevi Zazalardan kendilerini devrimci, solcu, humanist Alevi, dünya vatandasi, DeRsimci, Kirmancci v.s gösterenler, etnik kimligimizi inkar etmek egilimindedirler.
Bunlardan biri Laser adiyla sunlari yazmisti: „Dersimliler icin Zaza demek, yolundan dönen, camiye giden demektir, sunni demektir.“
Mehmet Dogan da, benim Seyh Said Direnisinde dedelerimizin islemis olduklari suçlardan dolayi Seyh Said Direniscilerinin ruhlarindan af dilemem üzerine heyecanlanip sunlari yazmis: „Her kês ki zoneno ke, musilmani sarewer u goneweriê, pisondia simseriê. Mileto Kirmanc çinare qetilunê hora, mordemunê Çe Osman u Mewrani’ra vazo ke “
Çaldiran Savasindan sonra, Kürtlere komsu bölgelerdeki Zazalar, katliamlardan kurtulmak için camiye gitmeye baslamislar. Zamanla dini olarak asimile olmuslar. Biz su anda onlarin torunlarinin torunlarinin torunlarinin … torunlarini konusuyoruz. Bizimla yasit Müslüman Zazalarin bunda ne günahi var? Kendini inkar eden bu kusak degil ki, biz bu kusakla, „Siz dönmesiniz“ , „Siz Yezitsiniz!“ ya da „Mewran dölüsünüz!“ya da „kiliç artigisiniz“ falan filan asagilayici dedikodusunu yapalim. Çünkü su andaki Müslüman Zaza kusak dogdugunda, bunlarin dedelerinin dedeleri, ninelerinin nineleri çoktan Müslümanligi içlerine sindirmislerdi. Biz nasil ki Alevi anne babaya sahip oldugumuzdan bugün Alevi Zazaysak, onlar da Müslüman anne babaya sahip olduklarindan Müslüman Zazadirlar. Bunda sasilacak ne var? Nitekim ortadoguda’daki halklarin çogu böyle Müslümanlasmis, sonra ki kusaklar dogal olarak kendini böyle Müslüman bilerek bugüne gelmistir.
SONUÇ
Zazalar arasi düsmanlik ya da darginlik, Zaza Kimliginin yakin gelecekte ölümüne neden olabilir. Bu nedenle Alevi ve Müslüman Zazalarin meseleyi susarak geçistirme yerine, aralarinda dialog baslatmak zorundadirlar. Aksi taktirde Türk devletinin Zazaca Dilini ve Zaza Kültürünü hepten yoketmesi yakin gelecekte gerçeklesebilir. Diger yandan Kürtçü örgütlerin iddia ettikleri gibi Zazaca Kürtçe’nin sivesi yapilabilir ve Zazalar da kürtlestirilebilir.
Müslüman Zazalar, etnik kimligimiz için 1925 yilinda devletin provokasiyonuyla zamanindan önce direnise geçtiler. Bu Zaza Direnisi, tarihe Seyh Sait ya da Piran Direnisi olarak geçti. Bu meseleye dair Kazim Karabekir sunlari yazmis: „Mesele Kürtçülük (Zazacilik HC) istikbaline matuf fakat muvaffakiyetini kolaylastirmak icin ise dini mahiyet verilmisti.“ Kazim Karabekir. „Kürt Meselesi“ Emre Yay./Ist. S.16.
Iste bunu Alevi Zazalar, Müslüman Zazalarla dini sürtüsmelrinden ötürü bugüne kadar görememisler. 1925 Türk devletinin zayif zamani. Ancak devlet, Alevi- Müslüman çeliskisini özetle su sekilde kullaniyor: „Seyh Sait devlet kurarsa, önce Alevileri kesecektir!“ Batidan (Malatya) Hüseyin Dogan’nin alevi milisleri, kuzeyden (Dêsim) ve dogudan (Varto, Xinis Mus, Kixi,) Alevi Zaza milisler devlet askerine öncülük yapiyor, Seyh Sait güçlerine saldiriyorlar. Seyh Sait-Zaza Direnisi yeniliyor.
Kendilerini humanist gören DeRsimci, devrimci, Türk ya da Kürt solcusu v.s. Alevi Zazalar, Alevi Zaza olan dedelerimizin bu isteki hatalarini görmek istemiyorlar. Bana göre dedelerimizin bu iste suçlari var. Ve bu nedenle ben kendi adima, dedelerimin islemis olduklari suçtan ötürü Seyh Sait Direnisçilerinin ruhlarindan, dedelerimi af etmelerini diliyorum. Ve istiyorum ki, Alevi Zazalar, bir daha oyuna gelip kardesleri Müslüman Zazalara saldirmasin, onalara asagilayici sifatlar yapistirmasin. Ayni sekilde Müslüman Zazalar da Alevi kardeslerine her ortamda sahip çiksin su ya da bu sekilde çamur atip saldirmasin.
Istiyorum ki, benim af dilegim Alevi ve Müslüman Zazalar arasinda köprü olsun ve saglikli bir diyalogu baslatsin.
Alevi Zazalarin, Müslüman Zazalarla birlik olusturmalarindan baska hiç birsey Zazaca dilini ve Zaza Kültürünü ölümden koruyamayacaktir.

Thursday, September 07, 2006

 

ZAZA DILI

Zaza Dilinin Birligi

Dersim Forum

Alisan Karsan

Dersim'de, 25-30 yildir dilimize dönüsün isaretleri verilmekte, geçmise nazaran, bu alandaki gelisme, basta diaspora olmak üzere bir çok ülkede yasanmakta. Dillimize veya, daha dogrusu dillerimizin korunmasi, gelistirilmesine iliskin çabalarin en önemlisi, ilk defa diaspora'da gündeme gelen dergilerin sayesinde oldu, bu dergilerin en önemlilerinden biri Piya dergisi sayilabilinir. Piya dergisinin özelliklerine deginmeden önce, Piya'nin yasamina basladigi kosullarin göz önüne getirilmesinde, konunun dogru anlasilmasi için gerekli olduguna inaniyorum.
Zazaca veya Kirmanca bugün üzerindeki baskiyi kismende olsa kirarak yoluna devam ediyor. Baska halklarin bilgisine kendi basina bir dil olarak taninarak girmekte, hiç kuskusuz bu kazanim geliserek devam edecek. Fakat, bundan önce,mesela özellikle yirmi yil önce durum böyle degildi. Dilimizde yazanlar bir elin parmaklarini geçmiyordu. Bu Zazacayi konusan her iki kesim için de geçerliydi.Türk resmi tarihi gibi, gelisen Kürt ulusal müadeleside Zazaca'yi kendi basina bir dil olarak tanimiyor,sosyal, politik ve askeri alanda Zazaca üzerinde Kürtçe'nin hakimiyeti kurulmaya çalisirken, Zazacanin,içinde degisik kimliklere sahip, kendi basina bir dil oldugunu savunan aydinlara karsi her türlü yöntemi kullanarak engellemeye çalisiyordu. Diger yandan,Zazaca üzerine yapilan çalismalarda az sayida dil bilimcisiyle sinirliydi. Sözlü olan dilimizin yaziya geçirilmesi için yapilan alfabe çalismalari ve gramerin meydana çikarilmasi da gine bu süreçte yapilan önemli çalismalardi. Nihayet bu faliyet, bir çok alanda degisik gelisimlerin olanaklarini verdi. Dilimizin yaziya geçirilmesini hizlandirirken ayni zamanda sorunu uluslararasi alana tasinmasina yönelik talebi güçlendirirken bu süreci hizlandirdi.
Kirmanci ve Zazaca konusan bir grup aydinin projesesi olarak, zor kosullarda gündeme gelen ortak dergi projeleri için de Piya Dergisi, Ayre Dergisini bir tarafa koyacak olursak, özel bir yere sahip. Piya Dergisi, ilk defa önemli sayilacak bir adim atabilecek, dilimiz için modern tarihin baslamasi sayilabilecek adimi gerçeklestirecektir. Dilimizin hizla yok edilmesine karsi, yayin faliyetini dilimiz, edebiyat ve tarih üzerine yapacagi çalismalarla(Uzun dönem böyleydi) sinirlayan bu örgütlenme, dilimizin birlikte korunmasi için ortak faliyeti gerçeklesmesini saglayacaktir. Zazaca'yi savunmak ve gelistirmek için gündeme gelen bu faliyetin sonucu olarak önemli iliskilerde bu zaman da kurulabilecektir. Bunlarin tümü, Kirmanci için kazanimlardir.
Bugün içinden geçtigimiz kosullar degisti. Zazaca bir zamandan beri Türkiye tarafindan kismende olsa taninmakta. Ilk defa Türk televizyonunda sinirli olarak yayin hakki taninmakta. Türkiye'de olan bu degisimler hiç kuskusuz dilimizi konusan herkesi ilgilendirmekte. Türkiye'nin dilimizi yasaklamasi ve bugün bir saat gibi komik bir zamanla, türklesmis bir Kirmanci/Zazaca yayin hakki tanimasini kabul etmemizi bizden kimse bekliyemez. TC'nin attigi adimlari izlemek, dolayisyla iki yüzlü politikalarini cevaplamak bizlerin önünde görev olarak durmakta, dilimizle ilgili TC'nin yalanci politikalarini Avrupa'dan izleyerek, gerçekleri söylemek acil bir ihtiyac olarak durmaktadir. Buna karsi; Gerçeklerden kopuk, realiteden kaçan taleplerle bu ortak faliyetin önünü kesenler, ayni sekilde, ortak faliyeti, Dersim Kimliginin karsina koyan anlayisin, atilmasi gereken acil adimlari atmamiza daha fazla engel olmamasi dilegiyle.
Saygilar

Dersim Forum

 

ORDU-SIYASET (3)

ORDU-SİYASET İLİŞKİLERİ VE DERSİM SORUNU (3)
Dersim Forum

Mehmet Yıldız

4. Büyükanıt dönemi ve Dersim
Org. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmesi AKP’nin tüm reformcu enerjisinin bittiğini ve bu parti bakımından ordu ile uzlaşmaya gitmenin ve T. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına getirilmesinin en önemli öncelikler haline geldiğini gösterir. Keza AB üyeliğinin artık suya düştüğü söylenebilir. Şu sıralar bu konuda ne Türk ne de Avrupa cephesinde büyük bir istek vardır. Türkler klasik siyasi modellerine dönme eğilimlerini gösteriyorlarken, Avrupa cephesinde de tam bir ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik söz konusudur. Öyle gözüküyor ki AB demokrasi ihraç etmeye çalışmaktan ziyade, bir Hırıstıyan klubü olarak kalma niyetindedir.
Politikada klasik Türk modeline dönülmesi, diğer şeylerin yanı sıra, cinayet ve işkence örgütlerine merkezi olarak verilen “terörürün dozajını düşürün” şeklindeki talimatın geri çekilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti istemeyen bir halk hukuk devleti sahibi olamaz. Türk halkı hiçbir zaman hukuk devleti istemedi. Devlet terörü AB denetimleri ve zorlamaları sonucu azaldı. AB’nin yaptırım gücünün kalmadığı bir Türkiye, devlet terörünü sınırlayan bir baskı mekanizmasının kalmadığı bir Türkiye’dir. Demokratik bilinç olmayınca, keyfi olarak arttırılan devlet terörüne karşı herhangi bir itiraz da yükselmez.Generallerin “düşman kuvvet” olarak kullanabilecekleri figüranlar olmadan planlarını uygulamaları çok zor gözükmektedir. “Düşman kuvvetlerin varlığı” generallerin klasik Türk modeline dönmenin zorunluluğunu ispatlamakta kullandıkları en güçlü argümandır.“Düşman kuvvetler”in en rahat boy gösterdikleri bölge her zaman Dersim bölgesidir. PKK’nın varlığının yanı sıra, başka hiçbir ilde ciddi bir problem teşkil etmeyen irili-ufaklı “radikal sol gruplar”ın Dersim’e doluşmaları, generallerin Dersim’e yönelik planlarını kolaylaştırmaktadır. Diğer illerde bildiri dağıtma kudretine bile sahip olamayan, daha doğrusu her bildiri dağıtma girişiminde linç edilmekten Türk polisine sığınmak süretiyle kurtulabilen “devrimciler” Dersim’de gerilla birliklerine sahip olduklarını ilan ediyorlar. Türk toplumu bakımından hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan ve hiç ciddiye alınmayan bu gruplar Dersimliler bakımından çok ciddi bir tehlike oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla generaller bunların varlığını bahane ederek önümüzdeki günlerde Dersim’e yönelik saldırılarını arttıracaklardır. Bunu görmek için kahin olmak gerekmiyor.
Çok yönlü bir biçimde kuşatılmış Dersim toplumunun direnme gücü bir hayli zayıflamıştır. Dersim şiddete tapan her türlü irrasyonel aktörün eğitim ve manevra alanıdır. Dersim’de ali kıran baş kesen çoktur.
5. Dersim etnik kimliğine özgürlük istemek sağı ve solu birlikte rahatsız ediyor
Dersim daha baştan itibaren devrimcilerin bire bin veren bereketli toprağıdır.Dersimliler Türk devriminin proletaryasını oluşturdular. 1960’lı yılların sonunda yapılan devrimci tahlillerde Dersim en verimli çalışma sahası olarak görüldü. Soykırıma uğramış Dersim’in proletarya diktatörlüğünü çok kolay benimseyeceği ileri sürüldü. Dersimlilerde adeta proletarya diktatörlüğü yanlısı olmayı sağlayan genetik bir yapı vardı.
Bulabildikleri ilkel tüfekleri alarak Dersim’e gelen “devrimciler”i Dersim köylüleri acıdıkları için evlerine aldılar ve ekmek verdiler. Bunu yaparlarken devrimcileri çok çocuk bulduklarını hiç gizlemediler. Ancak bu çocukların düşüncelerini tartıştılar ve inanç sistemlerini merak ettiler. O sıralar komünizm Türk ve Kürt toplumları bakımından bir tabu idi.
Dersim’in toleransı, hümanizmi ve demokratizmi devrimci analizlerin doğruluğunu gösteren somut bir kanıt olarak görüldü. Dersim’in devrimci ünü inanılmaz bir hızla her tarafa yayıldı. Bu ün bir beklenti patronu oluşturdu. Dersimliler gittikleri her yerde tereddütsüz olarak “devrimci” görüldüler. Dersimliler hiç kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorlardı. Böylece devrimcilik Dersimlilerin kaderi oldu.
PKK Dersimlilerin devrimciliğini Kemalist ve değersiz buldu. PKK Kürtçülüğünün yaygınlaşmasıyla Dersim’in eski tip devrimciliği hızla değerini yitirdi. PKK’lı olmaya karar veren Dersimliler Dersimli devrimcilerin ne kadar gevşek, Kürtlükten uzaklaşmış ve Kemalist olduklarını Güneyli hewallerine bildirdiler. PKK yayınlarında en çok aşağılanan etnik grup Dersimliler oldu. Dersim halkı aşağılandıkca A.H. Kaytan’ın ve diğer birkaç Dersimlinin yıldızı parladı.
TSK ve PKK arasındaki çatışmalar vesile edilerek Dersim köyleri yok edildi. Dersim bugün dili, köyü, üretimi ve doğal toplumsal yapısı olmayan bir çadır kentidir. Dersim politik kriminaller tarafından esir alınmış ve yağmalanmıştır.
Bu zulmü protesto etme hakkımız bile yoktur. Herkes bizi kendi malı olarak görüyor. Onun için etnik bir grup olarak özgürlük talep etmemizi kendilerine karşı ortaya konulan bir ittiatsızlık ve saygısızlık olarak görüyorlar.Dersim solculuğunu bir çeşit “gullibility” olarak algılayanlar, bizim doğmatik ve cahil solculuğa yönelik eleştirilerimizden çok rahatsız oluyorlar. Eski tip Dersim solculuğu biterse Devrimci çalışmanın çok verimsiz hale gelmesinden korkuyorlar. Halbuki devrimde asıl yükü Türk işçi ve köylüleri çekmelidir. Dersim’de, Türk işçi ve köylüsünü bir tarafa bırakın, hiç işçi ve köylü yoktur.
Öte yandan, devrimin önderleri ikide bir değişiyor. Eski önderlerin çoğu tüccar, bakkal veya kahveci oluyorlar. Ama genç “önderler” bizim solculuğa kendimize göre bir anlam vermemize bozuluyorlar. Bizi zaman zaman Stalin’e hakaret etmekle suçluyorlar. Stalin’e hakaret etmekle suçlanan biricik etnik grubuz.
Dersim kültürü hümanist ve rasyonalisttir. Hümanizm ve rasyonalizm medeni dünyada yalnızca neo-nazilerin saldırısına uğrayabilir. Oysa bize saldırmayan kalmadı. Etnik kimliğimizi, hümanizm ve rasyonalizmi savunuyoruz diye sağın ve solun siddet dolu verbal saldırılarına maruz kalıyoruz: “Siz dünyanın en seçkin kabilesi misiniz?” “En güzel kültür sizin kültür mü?” “Doğruyu bir tek siz mi biliyorsunuz?” “Sizin hiç olumsuz yönleriniz yok mu?” “Neden sola düşmanlık yapıyorsunuz?” “Neden Kürt düşmanlığı yapıyorsunuz?”
Şahsımızda hümanizm ve rasyonalizm sağın ve solun ortak saldırısına uğruyor. Kriminal olmayan bir politika anlayışına sahip olmamız herkesi rahatsız ediyor. Kriminalleri desteklemediğimizi ilan etmemiz hakaret sayılıyor.
6. Dersim mücadelesi uluslararası hukuk çerçevesinde verilmelidirDersim etnik-kültürel kimliğine özgürlük talep ediyoruz. Dersim etnik-kültürel kimliğinin resmen tanınmasını isiyoruz. Zazaca’nın Dersim’de eğitim dili olmasını talep ediyoruz.
Bu mücadeleyi uluslararası hukuk kuralları içinde vereceğiz. Politik mücadele bizim için kriminal bir aktivite değildir. Şiddet kullanmayı, suç işlemeyi ve ahlaksızca davranmayı reddediyoruz. SON

Ce: ORDU-SİYASET İLİŞKİLERİ VE DERSİM SORUNU (3) Engin Polat 06.9.2006 14:47 (0)
Dersim Forum

 

ORDU-SIYASET (2)

ORDU-SİYASET İLİŞKİLERİ VE DERSİM SORUNU (2)
Dersim Forum

Mehmet Yıldız

Yazının birinci bölümünde Türk militarizminin anti-azınlık bir varlık nedenine sahip olduğunu, Türk devletinin en önemli kararlarında burjuva sınıfın çıkarlarından ziyade, generallerin psikolojisinin tayin edici bir rol oynadığını ileri sürdüm. Keza militarizmin tarihsel şekillenmesinin nasıl oluştuğunu çok özet bir biçimde anlatmaya çalıştım. Ve son olarak, Büyükanıt döneminin Dersim için çok tehlikeli bir dönem olabileceğini belirttim.
Bu tehlikenin nereden kaynaklandığını açıklamaya çalışmadan önce bazı kavramların anlamı üzerinde durmayı bir zorunluluk olarak görüyorum. Bunlar politik kültür ve konuşma sanatı olacaktır. Dolayısıyla büyüyen tehlikenin nedenlerini yazının bir sonraki bölümünde ele alacağım.
Türk kültüründe politika “propaganda, hile, samimiyetsiz/ abartılı konuşmalar ve bir yolunu bulup rakibine galabe çalmak” anlamına gelir. Politikanın tamamen dürüst bir biçimde yapılabileceğine en hararetli demokrasi yanlısı politikacılar bile inanmazlar. (Bu aynı zamanda rejim karşıtlarının büyük çoğunluğunun da kültürüdür.) Politik konuşmalar rasyonel bir tartışma yapmak için değil, tamamen dışa yönelik olarak yapılmaktadır. Başka bir deyişle, politik konuşmalar, konuşmacıların gerçek niyet ve düşüncelerini açığa vurmaktan ziyade, “dışa karşı söylenmesi gereken sözler”den ibaret kalırlar. Politik tartışmalarda dürüst olmak ve mantıklı konuşmalar yapmak bir zorunluluk değildir. Bu gelenek anti-demokratik, ırkçı ve militarist devletin varlığını sarsıntısız bir biçimde sürdürmesinde çok önemli bir rol oynuyor. Türk konuşma sanatının, intern bir demokrasi talebinin bir türlü oluşmadığı ve dışardan yapılan müdahaleler neticesinde bir türlü demokratikleşmeyen bu toplumun her türlü ilerici dönüşümü olanaksız kılan yapısının temel taşlarından biri olduğuna inanıyorum.
Politik analizlerde bu konunun ciddi bir biçimde incelendiğini hiç görmedim. Türk konuşma sanatının irrasyonalliğini ve insan zekasını küçümseme özelliğini AB üyelik görüşmeleri çerçevesinde çesitli hükümetler tarafından hazırlanan Ulusal Programları (UP) inceleyerek göstermeye çalışacağım.
3. Ordunun, partilerin ve seçmenin politik kültürü ve politik aktörlerin konuşma sanatı
Gerçekten de Türk politik kültürünün en çarpıcı özelliklerinden biri devlet yöneticilerinin ve politikacıların konuşmalarında insan zekasını küçümsemeleridir. Yurttaşı adam yerine koymamak ve canının her istediğini söylemek ulusal bir gelenek haline gelmiştir. Her türlü ahlaki, hukuki ve rasyonel denetimden kurtulmuş bu aktörler çoğu kez çok tutarsız (mantıksız) konuşmalar yapıyorlar. Rasyonel, hukuki ve ahlaki argümanın bu toplumda pratik bir değeri yokmuş gibi bir intiba ediniyorsunuz. Muhalifler bu toplum içinde bu temelde bir yere varamazlar. Onun için güç sahipleri bu konuşmalarında çok serbesttirler ve hiç kimseye hesap vermek zorunda değildirler. Politik aktörlerin (generaller dahil) konuşmalarının anti-demokratik, ırkçı ve kriminal düşüncelere dayanıyor olması sorun yaratmıyor. Kamuoyunun bu tip konuşmaları ve eylemleri sorgulamak gibi bir gelişmişliği yoktur. Örneğin, Büyükanıt Şemdinli sanıklarını “iyi çocuklar” olarak ilan etti. Tayyip Erdoğan “anamızı ağlattınız” diyen bir vatandaşa “ananı al buradan git lan” dedi. Ve bildiğiniz gibi Türkiye’de kıyamet kopmadı.
Türk politikacıları ilk kez AB görevlileriyle konuşmalarında rasyonel aktörler gibi hareket etmeye zorlandılar. Bu, Türk politik tarihinde bir ilktir. Bu belgeler çok ilginç bilgilerle doludur. AB Komisyonu’nun hazırladığı Türkiye raporları ve Türk ulusal programları incelendiğinde, Türk temsilcilerinin AB temsilcileri karşısında irrasyonel, ırkçı ve gerici politik kültürlerinden dolayı çok zor bir duruma düştükleri görülebilir. DYP, DSP, MHP ve AKP arasında bu konuda bir farkın olmadığı da çok net bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu belgelerden dolayı Türklerin idrak kapasitesinde genetik olarak çok ciddi bir problem olduğu şeklinde bir intiba edinebilirsiniz. Ancak bu doğru değildir. Burada asıl sorun olan biyolojik bir kifayetsizlik (deficiency) olmaktan ziyade, irrasyonel, ırkçı ve ahlaksız politik kültürdür.
AB baştan itibaren son derece net olan bir demokrasi ve insan hakları kavramına sahip iken Türk tarafının konuşmaları çoğu kez tutarsız veya mantıksızdır. Türkler zaman zaman argüman ileri sürmek yerine şiirsel bir dil kullanıyorlar. Türklerin demokrasi ve insan hakları kavramları tam bir lafı güzaftan ibarettir.
Copenhagen politik kriterlerinin üç boyutu vardır: a) insan hakları ve azınlıkların korunması, b) demokrasi ve hukuk devleti, c) Kıbrıs sorunu.
“İnsan hakları ve azınlıkların korunması” kavramının üç temel boyutu ve her boyuta ait belirgin göstege(ler) vardır:
1. SİVİL VE POLİTİK HAKLARo İdam cezasının kaldırılmasıo Cezaevi sisteminin reforme edilmesio İfade özgürlüğüo Basın özgürlüğüo Dernekleşme ve (barışçı) gösteri yapma özgürlüğüo Din özgürlüğüo İlticacıların barınma koşulların çerçevesinde tavsiye edilen düzeltme önerileri ve insan kaçakçılığının engellenmesi
2. EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLARo Kadın erkek eşitliğio Çocuk hakları ve korunmasıo Sendika özgürlüğüo Kültürel haklar
3. AZINLIK HAKLARIo Ayrı bir kültürel kimliğe ve geleneklere sahip olan etnik azınlıkların linguistik ve kültürel kimliklerini ifade edebilmeleri için tavsiye edilen iyileştirmelerin yapılması
“Demokrasi ve hukuk devleti”nin ise beş boyutu vardır ve bu boyutlar şunlardır:
o YASAMAo YÜRÜTMEo YARGIo YOLSUZLUKLARA KARŞI TEDBİRLERo MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ
Özetle AB Komisyonu Türkiye’deki politik gelişmeleri bu model aracılığıyla değerlendiriyor. Türk tarafının AB ile temel iletişim aracı UP’lerdir. Ancak UP’lerde hiçbir model olmadığı gibi, hiçbir kavram tarifi de yoktur. AB’nin son derece net olan ölçüm modeline karşı Türkler bir araba boş laf ederek her seferinde sorunu geçiştirmeye veya baştan savma ve sistematize edilmemiş cevaplar vermekle yetiniyorlar. Çoğu kez somut gelişmelere değinmek yerine AB’ye Türk usulü propaganda yapıyorlar.
2001 mart ayında kabul edilen 6. UP 522 sayfalık bir dökümandan oluşmaktadır (İngilizce). 522 sayfalık dökümanın yalnızca 7 sayfası politik gelişmelere ayrılmıştır. Keza 2003 temmuzunda kabul edilen 7. UP 884 sayfadır ve politik gelişmelere yalnızca 4 sayfa ayrılmıştır. “Umarız artık bu son UP olur” demek suretiyle Türk hükümeti bıkkınlığını dile getirmekten de geri durmuyor.
Sorun yalnızca politik gelişmelere çok az yer vermek meselesi de değildir. Türk hükümetlerinin bu çerçevede söyledikleri son derece mantıksız ve anlaşılmazdır.
Türk hükümetleri demokrasi ve insan haklarını farklı iki kavram olarak incelemek yerine “Copenhagen politik kriterleri” adı altında bu kavramları birleştiriyorlar. Bu kavramın 6. programda 16 boyutu varken, 7. programda söz konusu boyut sayısı 9’a iniyor. Zaten boyutlar arasında belirgin bir sınır da yoktur. Sonuçta her şeyi tek bir başlık altında ifade etmek de mümkündü. Çünkü Türk hükümetleri bu konuşmaları zorunluluktan dolayı yapıyorlar ve muhataplarının “Türk vatandaşı” olmadıklarını bildikleri için tartışılan sosyal gerçekleri tamamen görmezlikten gelen irrasyonel cevaplar vermek yerine mümkün mertebe az konuşuyorlar. Oysa bu içerde yapılan bir tartışma olsaydı konuşmacılar çarşaf çarşaf demeçler verirlerdi.
6. Ulusal programda formüle edilen 16 maddelik Copenhagen kriterlerinden biri şudur:
“Full enjoyment by all individuals without any discrimination and irrespective of their language, race, colour, sex, political opinion, philosophical belief or religion of all human rights and fundamental freedom; freedom of thought, conscience and religion”
Bunun Türkçesi şudur:
“Tüm bireylerin, herhangi bir ayırım yapılmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî görüş, felsefî inanç veya dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerinden tam olarak yararlandırılması; düşünce, vicdan ve din özgürlükleri”
Pratik bir amacınız olmazsa ve gerçek problemleri çözmek yerine “aslında yapılması gereken pek bir şey yoktur” gibi bir zihniyete sahip olursanız böyle konuşursunuz. Konuşmalarınız, önemli konular üzerinde kısa, ama gereksiz ayrıntılar üzerinde uzun ve tekrarlarla dolu olur. Dahası, diliniz yukarıdaki gibi son derece bozuk olur.
Türk hükümeti bu açıklamasıyla AB’nin “insan hakları” kavramının üç temel boyutundan biri olarak gördüğü “azınlık hakları” kriterine yaklaşımını dile getirmek istiyor. Bunu yaparken söz konusu belgelerde bir kez olsun “azınlıklar” veya “azınlık hakları” gibi kavramlar geçmiyor. Bu denli “kaba” olan Türkler insanlara “düşünce özgürlüğü”nü tanıdıklarını ilan etmekle yetinmeyerek, ayrıca “görüş özgürlüğü” ve “felsefi inanç özgürlüğü” verdiklerini ilan edecek kadar hassaslaşıyorlar.
Somut sorunların tartışıldığı yerde Türk hükümeti şunları söylüyor:
“Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin özünde, barışçı bir dış politika ile laiklik, hukukun üstünlüğü, çoğulcu ve katılımcı demokrasi, insan hak ve özgürlükleri bulunur.”
“Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, benimsemiş olduğu değerler sistemi temelinde çok kısa bir zaman dilimi içinde toplumsal yaşamın her alanında gerçekleştirdiği devrimlerle, Türk Milletini ilk kez ortak coğrafyayı ve tarihi paylaştığı Avrupa ailesiyle aynı değerler sisteminde buluşturmuştur.”
“Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hukuk ve sosyal düzenini Batı normlarına göre kuran Türkiye, 1946 yılında çok partili siyasi hayata geçmiş, başta basın özgürlüğü ve sendikal haklarda olmak üzere, açık ve katılımcı bir toplum düzeni yolunda çok önemli mesafeler kaydetmiştir. Birey ve bireysel özgürlükler, Türkiye’nin temel referansları olmuştur. Türkiye'nin demokratik gelişimi ve hukuk düzeni, dinamik bir evrim sürecine girmiştir.”
Özetle Türk hükümeti demokrasi ve insan hakları alanında ne tür gelişmelerin kaydedildiğini belirtmek yerine, AB’ye propaganda yapıyor. Propaganda yapmak argüman öne sürmekten veya objektif rapor vermekten çok farklıdır.
Ayrıca bu propaganda çok mantıksız ve çelişkilerle dolu bir propagandadır. Ilk cümlede modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren “çoğulcu ve katılımcı” olduğu söyleniyor, hemen arkasından 1946 yılında çok partili siyasi hayata geçildiği belirtiliyor. Atatürk’ün öncülüğünde Avrupa “değerler sistemi”ni o kadar canı gönülden paylaştığınız halde, neden o kadar farklısınız?
Öte yandan, bu belgeler Türk konuşma sanatında ciddi bir değişiklik yapıldığını da gösterir. Bu gibi bir konuşma içe yönelik yapılsaydı, Atatürk ve Türk milleti kelimelerinin geçtiği yerde “yüce” kelimesini de görürdük.
Sonuç olarak, anti-demokratik politik kültür aktörlerin konuşmalarını irrasyonel kılar. Bu aktörler bağımsız, kendisinden korkmayan rasyonel aktörlerle karşı karşıya gelince konuşma zorluğu çekerler. Konuşmalarını kısmen düzeltseler de sorunu bütünüyle çözemezler.
Egemen Türk politik kültürü rejim karşıtlarını da çok etkiledi. Türkiye’de sağ ile sol arasında demokrasi, insan hakları ve rasyonel politika konularında esaslı bir fark yoktur. Aynı keyfiliği ve saldırganlığı her iki cephede de görüyoruz. Demokratizm, hümanizm ve rasyonalizme milliyetçilik adına saldırıldığı gibi, “devrimcilik” ve “solculuk” adına da saldırılıyor. Sonuç olarak, Türk generalleri en etkili ideologlardır. Kendi yöntemlerini tüm topluma son derece başarılı bir biçimde dikte ediyorlar. Onların tarzı bir türlü aşılamıyor. Generallerin politik egemenliği kültürel egemenlikle tamamlandığında tüm politik aktörler figuran olurlar.
Büyükanıt dönemi AKP ile ordunun demokratik umutların bitirilmesi konusunda anlaştıklarını, artık göstermelik olsa bile, AKP’nin reformcu bir parti gibi gözükmeyeceğini gösterir. Karanlığın güçleri son günlerde birden çok aktif hale geldiler. Bu durumun Dersim için ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bir sonraki bölümde ele alacağım.

Dersim Forum

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?