DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Thursday, September 07, 2006

 

Ordu, Siyaset

ORDU-SİYASET İLİŞKİLERİ VE DERSİM SORUNU (1)

Dersim Forum

Mehmet Yıldız

1. GirişMilitarist Türk devletinin işleyiş mekanizması üzerine son yıllarda çok sayıda ciddi araştırmalar yapıldı. Özellikle Avrupa Birliği (AB) ile yapılan üyelik görüşmeleri sürecinde bu konuda kamuoyunun bilgilenmesini sağlayan bir dizi objektif rapor yayınlandı. Ordunun yasal yetkileri ve parlamento ile olan ilişkileri kapsamında bazı olumlu değişiklikler de oldu. Ancak Türk devleti demokratikleşmedi. Devlet ve toplum demokratikleşmediği için en önemli politik, etnik, sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlara bir çözüm bulunamadı.
Türk devleti 2002 yılından itibaren terörün dozajını bir ölçüde düşürdü. Ancak devletin terör mekanizmaları olduğu gibi yerinde duruyor. Terör kurumlarına sadece terörün düzeyini bir ölçüde düşürmeleri için merkezi bir emir verildi. Devlet terörünün her an tekrar yükseltilmesi çok kolaydır. Nitekim Org. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte bu yönlü sinyaller alıyoruz.
PKK da bu gibi bir ortamın oluşmasına çok ciddi katkılarda bulunuyor. PKK’nın bu gibi bir eğilime sahip olması mantıkidir. Demokratik alternatif her zaman şiddet yanlılarının en büyük kabusu olmuştur. Karşılıklı olarak “şiddet ortamı son bulursa biz de biteriz” şeklinde bir düşünce taşıyan düşmanlar aynı ipe bağlı olduklarını görüyorlar. Şiddettin karşılıklı olarak kutsanması bundandır. Türk toplumu generallerin, Kürt toplumu ise PKK yöneticilerinin esiri olmuştur.
Türk generalleriyle PKK yöneticilerinin kriminal davranışlardan sakınmaları halinde Türkiye’de en azından politik şiddet sonucu bu kadar çok kan dökülmez. Çeyrek asırdır süren terör ortamının arkasında karmaşık uluslararası bağlantılar veya derin sınıfsal-ulusal çıkarlar aramaya gerek yoktur. Sahne hazır olunca istediği oyunu istediği anda sahneye koyma imkanına sahip olanların psikolojisini yakından izlemek daha yerinde olacaktır.
İnkarcı ve imhacı Türk azınlık politikası uzun bir tarihe sahiptir. Ancak bu sorunların 1920’lerde demokratik ve insani bir biçimde çözülmemiş olmasının “Türk milleti”nin kollektif bir tasaruffu olduğunu söylemek için elimizde herhangi bir veri yoktur. Türk burjuvazinin masum olduğu da kesindir. Çünkü o tarihlerde daha Türk burjuvazisi yoktu. Her şeyi belirleyenler yine generallerdi. Osmanlıyı Birinci Dünya Savaşı felaketine sürükleyenler de yine onlardı.
Kriminallerin hareketleri daha çok kişisel çıkarları ve psikolojileriyle ilgilidir. Güç odaklarını ele geçirenler amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri bir takım toplumsal önyargıları ararlar ve genellikle bunları bulmakta güçlük çekmezler. Ancak bu durum çoğu kez çok yanlış bir biçimde analiz ediliyor. Örneğin Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türk toplumu önyargısız bir toplum sayılmazdı ama savaşa katılıp katılmama konusunda kimse ona danışmadı. Bu nedenle bir grup ordu yöneticisinin psikolojisini dönemin sosyo-ekonomik ve politik koşulları olarak objektivize etmek (objectify) veya bunu kollektif politik tercih olarak sunmak yanlıştır.
TSK ile PKK arasındaki son 22 yıllık çatışmalar her iki toplumun son derece sakat bir biçimde politikleşmesine yol açtı. Gerçekten de bugün TSK’nın Kürtlere ve Zazalara yönelik saldırılarında Türklerin kollektif sorumluluğu vardır. Seçmen tercihleri, sokak gösterileri ve komuoyu araştırmaları bu kollektif desteği ve sorumluluğu çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Keza Kürtler de PKK’yı destekliyorlar. Bu yeni bir durumdur. Ancak demokratik insiyatiflerin oluşmamasında kollektif tercihleri doğrudan sorumlu görmek yanıltıcıdır. Çünkü nihayetinde kalabalıklara karar verilirken danışılmıyor, kalabalıklar daha çok önyargılarına hitap edilmek süretiyle karşılıklı olarak kullanılıyorlar.
Diğer politik aktörlerin zayıflığı kör bir biçimde politize edilmiş kalabalıkların kullanılmasını daha da kolaylaştırıyor. Bahse konu aktörler alternatif oluşturmak yerine, baş aktörlerle (kriminallerle) uzlaşmanın bir yolunu arıyorlar. Türk parlamentosu generaller karşısında gerçekten aciz kalmıştır. Kürtlerin ise PKK’ya alternatif olabilecek herhangi bir kurumu yoktur.
Üst düzeydeki generallerin psikolojisi devlet terörünün boyutunda her zaman çok önemli bir rol oynuyor. Devletin en kanlı uygulamalarında general psikolojisi şimdiye kadar en güçlü determinant olmasına karşın, bu faktör yapılan analizlerde hemen hemen hiç hesaba katılmadı. Devletin sınıfsal karakteri her şeyi izah eden sihirli bir kavram haline getirildi. Her şey “yönetici burjuva sınıf”ın sınıfsal çıkarlarıyla açıklandı. Oysa bu bir mittir. Azınlıklara yönelik devlet teröründe bu sınıfın bir çıkarı yoktur. Burjuva sınıfı organik bir bütün veya her zaman kendi içinde her konuda mükemmel bir biçimde anlaşan ve devleti yöneten gizli bir örgüt gibi tanımlamak akıldışıdır. Bu tip açıklamalar açıklayıcı hiçbir değer taşımadıkları gibi, komuoyunun gözünde devlet işleyişini çok esrarengiz bir hale sokarlar. Sonuçta bu durum yalnızca terör güçlerine hizmet eder.
Militarist devletin pratikte nasıl işlediğini objektif bir biçimde kavramaya çalışmak çok önemlidir. Devlet işleyişini bir takım politik önyargılar aracılığıyla açıklamak yararsızdır. Bu açıklamalar sağlam bir politik bilincin oluşmasına yol açmazlar. Keza objektif ve informatif olmayan irrasyonel açıklamalara dayandırılmış demokrasi ve insan hakları talepleri daha baştan itibaren güçlerinden çok şey yitirirler.
Rutinleşmiş ve selektif olan mevcut devlet terörü Dersim toplumu için ağır fakat sistemli çalışan bir imha mekanizmasıdır. Terörün dozajının yeniden yükseltilmesiyle birlikte bu mekanizma Türk devleti bakımından büyük bir olasılıkla “nihai çözüm”ün gerçekleşmesini sağlar. Bu gidişle geri dönüşü olmayan bir sürecin başlaması kaçınılmaz olacaktır. Etnik bir grup olarak Dersimlilerin yaşadığı bu durum çok ayırt edicidir. Diğer etnik gruplar bu gibi bir tehdit altında değildirler. Örneğin Kürt kimliğinin direnme potasiyeli çok yüksektir. Kürd’ü Kürt yapan bütün kültürel mekanizmaların bu gibi bir fonksiyonsuzluğa zorlanması olanaksız gözükmektedir.
Dersim etnik kimliğine yönelik tehdidin artması üzerine bu yazı dizisinde Türkiye’deki ordu-siyaset ilişkilerini ve özellikle bu ilişkilerin Dersim sorunu üzerindeki doğrudan etkilerini ele almaya ve pratik olarak ne yapılabileceği konusundaki düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım.
2. Militarist devletin tarihsel şekillenmesi
Osmanlı devletinde sultanların 19. ve 20. yüzyıllarda otoritelerini kaybetmeleri ve buna parallel olarak paşaların öne çıkması öncelikle Osmanlı boyunduruğu altında yaşayan Hırıstiyan halkların bağımsızlıklarını kazanmalarıyla ilgilidir. Osmanlı Balkan ülkelerini peş peşe kaybetmeseydi, sultanlar hizmetçileri olan paşalara esir düşmezlerdi. Öne çıkan paşalar “ümmet”in sağlam bir toplum biçimi olmadığını iddia ettiler. Tamamen ırkçı-şövenist bir içerik verilen “millet” kavramı etrafında yeni bir toplum yaratmak en sağlam çözüm gözüktü. Fransız devriminin ve Batı Avrupa’daki genel uluslaşma sürecinin Türk siyaseti üzerindeki etkilerinin abartılmaması gerekir. Asıl etkili olan Hırıstiyan halkların Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazanmaları ve Balkanlar’ın kaybedilmesidir.
Devletin militarist karakteri bu yüzden daha baştan itibaren anti-azınlık bir nitelik taşır. Daha doğrusu azınlık düşmanlığı bu ülkede militarizmin varlık nedenidir. “Balkan felaketi”nin tekrarlanmaması en başta gelen pratik amaçtır.
M. Kemal bu mirası ve mekanizmayı kullanarak cumhuriyeti ilan etti. TBMM daha baştan itibaren paşanın bir danışma organıydı. Paşa hiçbir zaman demokrasi, hukuk, seçme ve seçilme hakları gibi kavramları ciddiye almadı. M. Kemal ve İnönü dönemlerinde Genelkurmay Başkanlarının göreceli önemsizliği, adı geçen politik liderlerin kişisel durumları ve tek parti yönetimiyle ilgilidir. Bu durum ordu ile meclis arasındaki ilişkileri de stabilize ediyordu. Ordunun partisi (CHP) dışında bir başka partinin örgütlenmesine müsaade edilince ve bu parti parlamentoda çoğunluğu sağlayınca bu süreklilik arz eden bir problem oldu. Tek parti yönetiminin son bulduğu tarihten bir süre sonra Türkiye bir darbeler ülkesi olarak anılmaya başladı.
Darbeler şu sıralar artık ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. Çünkü bugünkü devlet mekanizması yazılı veya resmi olanın çok ötesinde kurumsal ve zihinsel olarak militaristtir. Dahası, militarist devlet aracılığıyla yaratılan Türk milleti de militaristtir. Ordunun güçlü bir kitle tabanı vardır. AKP’nin parlamentodaki ezici çoğunluğu millettin ordudan koptuğu anlamına gelmez. Seçmen bazen bir dizi nedenden dolayı generallerin işaret ettiği partiyi seçmiyor. Türk halkı din faktörünü egemen kültürde daha çok öne çıkarmak istiyor. Ordunun İslam yorumunu yeterli bulmuyor. Ancak militarist devletin varlık nedeni konusunda ordu ile seçmen arasında bir anlayış farkı yoktur. Örneğin Türk Ordusu’nun Dersim’deki tüm uygulamalarını AKP, MHP ve CHP’li seçmen aynı oranda destekliyor. Sonuç olarak militarizm anti-azınlık bir varlık nedenine sahiptir ve bu konuda asker ile seçmen arasında bir zihniyet farkı yoktur.
Özetlersek, azınlıklara yönelik inkarcı ve soykırımcı politikalar ordu menşelidir ve bu politikalar toplumun ezici çoğunluğu tarafından destekleniyor. Süreklilik arz eden bu gibi bir politik yapı ve atmosfer içinde general psikolojisinin değişmesi azınlıklar bakımından çok dramatik sonuçlara yol açabilir. Direnç mekanizmaları işlemez hale getirilmiş olan Dersim kültürel kimliği bakımından Büyükanıt dönemi çok tehlikeli bir dönem olacağa benzer.

Comments: Post a Comment



<< Home

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?