DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Sunday, October 08, 2006

 

DENEMELER-VI

Dersim Forum
Auteur - yazari: Hüseyin Sevinç Tarih, gün ve saat : 06. Ekim 2006 14:50:09:
İdeolojilerin sahip oldukları dar, sekter ve doğmatik yapısal bünyeleriyle insanlığı kurtaramayacağını anlamamız gerekiyor.. Kitleler üzerinde tersi yöndeki ideolojik yanılsamalar, ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Bu nedenle, ideolojilerin bireyler üzerinde yarattığı bu hayırhah tutum ve beklentinin önüne geçmek gerekir. İnsanlar, hayal dünyalarındaki “cennete” gedebilmeleri için verilen kararlara itiraz edip, adam öldürmeyecek kadar özgür olabilmelidirler. İki dudak arasından çıkan kararlar karşısında diz çökmekten, hizaya gelmekten kendini kurtarmalıdırlar. Bireysel kararlılık ve özgürce karar vermenin gücünü ve hakkını kendilerinde bulmalıdırlar artık. Bu kararlılığı ve gücü kendinde bulmayan kişiliklerin, esiri olduğu ideolojik yapılanmalarla hesaplaşamayacağını baştan bilmek gerekir. Bizi yani insanlığı kurtaracağını savunarak yola çıkan, bu yönde ölüme gitme kararlılığında bulunan bireylerdeki bu kararlılık maalesef kendini özgürleştirme sürecinin çok önündedir. Hatta burada gösterilen “cesaret”, ideolojik örgütlülüklerin içinde adeta teslimiyete dönüşmektedir. İdelojilerin göreceli gücünün de bu paradoksal trajedide yattığını düşünüyorum.
İnsanlar arasındaki ideolojik bölünmelerin, sadece bireyler için değil, insanlık için de ciddi bir tehlike kaynağı olduğunu sıkça vurgulamak durumundayız. İnsana veya bireye, sahip olduğu ideoloji için degil; insan olduğu için değer verilmelidir. Her kişide bir miktar da olsa, insanlık vardır diye düşünerek yola koyulmak gerekiyor.
Kendi aralarında iktidar kavgası veren ideolojiler, kendi çıkarlarını koruyup, kollamak için bireyleri esir alıp bir nevi köleleştirmişlerdir. Şöyle bir düşünelim: Eğer ideolojilerin elinden bu esirler alınıp, özgürlüğüne kavuşturulurlarsa ne olur? Cevabı esasında sorunun içinde gizli. Tabiiki savaşlar olmaz, insanlar öldürülmez. İnsanlar arasında barış ve kardeşlik, eşitlik ve serbestlik hayat bulur. İnsanı insana düşman eden önyargılar ortadan kalkar. Bölünmüşlükler, parçalanmışlıklar yok olur. İşte o zaman, ideolojilerin hiç bir zaman başaramayacağı bu gelişmeler hayata yayılır. Hayat renklenir ve yeniden şekillenir. Yaşam bir başka tad ve haz verir insana. İnsanlar kendileriyle barışık ve kardeşçe yaşarlar. Renklerinden, inançlarından veya din, dil farklılıklarından yani kısacası kültür farklılıklarından dolayı yaşamlarından olmayacak kadar kaynak kaynak özgürlükler fışkırır toprağın derinliklerinden.
Barış içinde ve korkulardan uzak, yaşanabilinen bu toprak parçasında, özgürlük söylemi, kendi yaşam şartlarını başkalarını öldürme, yok etme fikri üzerine kurmiş ideolojik örgütlerdeki gibi bencil ve zalimkar bir karakter taşımayacaktır. Tersine, toplumda herkesin yararlanabileceği, herkesin onu yaşatma sorumluluk ve bilincini kazanmasını sağlayabilcek bir nitelik kazanacaktır. Yaşamın onsuz olamayacağını içine sindirmiş bireylerin ortak bir davası durumuna kavuşacaktır. Özgürlük, farklılıkların birarada yaşamalarını olanaklı kılacak ve dolayısıyla toplumsal bir karaktere sahip olacaktır.
Oysa ne ideolojiler ne de ideolojilerin savunduğu özgürlük anlayışı bu işlevi yerine getiremeyecektir. İdeolojilerin özgürlük anlayışı, dar, sekter ve totaliter bir karakterdedir. İçinde, -ne söylenirse söylensin-, baskı ve şiddeti taşır durumdadır. Sonuçta deolojiler birleştirici değil, bölücüdür. Toplumu ve bireyleri ideolojiler böler ve onları biribirine düşman eder. Tarih, kapitalist olsun, dini totaliter rejimler olsun; ya da adına sosyalist denen ideolojik sistemlerin insanlığın bir bölümünü yok etmekle, daha doğrusu katletmekle yaşamını ya da iktidarlarını devam ettirmek istediklerine, bunun için olmadık zulüm ve zorbalıklara baş vurduklarına yeterince tanıklık etmedi mi?
İdeolojilerin insanlığı kurtaracak söylemlerde bulunmalarına kanmamak gerekir. Bu söylemlerinde haklı gözükseler de, durum oldukça nettir. İdeolojilerin bu söylemlerine inanıp teslim olan birey, kuşku duyma duygusunu kaybeder. Bu durum ideolojinin gücünü pekiştirir. İdeolojilerin gücü de zaten, etkiledikleri bireylerin özgürlüklerinden feragat etmesinden kaynaklanır.
Her ideoloji insanlığın sadece bir bölümünü kurtarmayı hedef alır. Böyle olunca da, planlarını başka ideolojilerin yok olması üzerine kurması doğaldır. Örneğin burjuva ideolojisi ezilenleri, emekçileri kurtarmayı hedef almaz. Emekçiler, ezilenler özgürlüklerine kavuşunca, haliyle burjuva ideolojisi yaşama şansını kaybeder de ondan dolayı böyle bir şeyi istemez. İslam ideolojisi, diğer dinsel ideolojilere karşı şiddete baş vurmadan yaşayamaz. Şiddet, onun yayılma ve insanlığı tümden “cennete” götürme planları ile örtüşür doğal olarak. Bugün, şiddet gibi bir niyetlerinin olmadığını savunan dinsel ideolojilerin söylemleri bizi yanıltmamalıdır.
Sosyalist ideoloji de, sınıf ideolojisi olduğunu; hatta sadece işçi sınıfı ideolojisi olduğunu söyleyerek bölücü bir karakter taşıdığını açığa vuruyor. İşçi sınıfının diktatörlüğünü -bu da yaşanan deneyler ışığında parti diktatörlüğü anlamına geliyor- alenen savunuyor. İşçi sınıfı diktatoryasını savunan bir ideoloji de haliyle tüm insanlığı kurtaramayacağını ilan ediyor demektir. Tarihin şahit olduğu gibi, “revizyonistler”, “parti düşmanları”, “ajanlar” hatta “küçük burjuvalar”ın kafası koparılacak, çeşitli sıfatlandırmalarla insanlar –işçiler ya da emekçiler de dahil- işkenceden geçirileceklerdir. Milyonların hayatına mal olsa da bu ideoloji, “kararlılığını” göstermekten kaçınmayacaktır. Bu ideolojik kararlılık ve kendini koruma içgüdüsü hemen hemen bütün ideolojilerde ortak bir özelliktir.
Sosyalist ülkelerde yaşanan deney ve tecrübeler, bu ideolojinin işçi sınıfını da kurtaramayacağını göstermiştir. Çünkü bu ideolojinin iktidarda olduğu hiç bir sosyalist ülkede, işçi sınıfının değişik örgütlenmelerine müsaade edilmemiştir. Ekim devriminden sonra Rusya’da 1921 yılında ayaklanma bahanesi ile Kronstadt şehrinde binlerce işçi katledildi. Oysa Kronstadt işçileri fikir özgürlüğünü, serbest sendikal örgütlenmeyi ve adil işçi konseyleri seçimlerini talep ediyorlardı. Çünkü bu ülkede devletin yan örgütleri olarak kurulan sendikalar dışında sendikalara örgütlenme hakkı verilmiyordu. Değişik işçi partilerinin kurulmasına olanak yoktu. Görüldüğü gibi ideolojiler, kendi içlerinde de tahammülsüz ve hoşgörüsüzdürler.
Sosyalist ve kapitalist sistemlerin demokrasi ve insan hakları alanında, sosyalistlerin geri kaldığı bile söylenebilir.. Kapitalist ülkelerdeki nispi demokrasi ve bireyin sahip olduğu “özgürlükler” hiç bir sosyalist ülkede yaşanılır bir seviyeye ulaşamamıştır. Sosyalist ülekelerde yaşanan pratik olgular, kapitalist sistemlere karşı ınsanı daha da hayırhah tutum almaya zorlamıştır adeta. Reel durumda kapitalist sistem, sosyalist sistemlere göre göreceli özgürlükler bakımından daha çok çekim merkezi olabilmiştir.
Hitler faşizminden veya kendi ülkerinde yaşanan baskılardan kaçıp “sosyalist anavatana” sığınan bir çok ülkenin sosyalist ve komünisti maalesef öldürülürken, kapitalist ülkelerde hapis yatanların sağ kurtulması, sorgulanması gereken ciddi bir fenomendir. Kısacası sosyalist ülkelerde yaşanan acımasız kıyımlar, kitleleri kapitalist sisteme “rıza” gösterir bir duruma zorlamıştır da diyebiliriz.
Kapitalist sisteme yarayacak korkusu nedeni ile sosyalist ülkelerde yaşananları dile getirmekten kaçınmamız mı gerekir? Gerçeklerin acımasız olduğu hep söylenir. Yoksa kapitalist sistemin, sosyalist sistem hakkında söyledikleri, tümden yalan ya da gerçek dışı iddialar mıydı?
Doğrudur. Sosyalist ülkelerde yaşananları kapitalistler kendi çıkarları için kullanmışlardır. Kendilerini “temize çıkarmak” için bu olumsuzluklardan yararlanmışlardır. Yaşananlar büyük bir ilgiyle izlenmiş ve insanlığa teşhir edilmiştir. Burada abartıların olması olasalığı mevcuttur. Bir yanıyla bu doğaldır da. Fakat asıl sorumuz şu olmalıdır: Suç, sosyalist ülkelerde yaşanan cehennemi yaşamı yaratan ya da bu hataları yapanlarda mı, yoksa, bu hataları abartarak anlatan kapitalistlerde midir? Burada daha çok neyi, nasıl ve de kimleri sorgulamamız gerekir?
Sosyalistler burada büyük bir çıkmazın içindedirler. Bir yanıyla yapılan sürgün ve katliamlar, zorunlu çalışma kampları; bireyi hiçe sayan zorba rejimlerin yöntemleri kısmen eleştirilse de (yada bunların doğruluğu onaylanarak) yapılanların, yaşananların ciddi bir sorgulanması yapılmıyor. Hatta onlara kalırsa bunları eleştirmek, burjuvazi ile aynı “dilden” konuşmak anlamına geliyor. Varsa başka diliniz, lütfen sizler de bu dilinizle konuşun. Burjuvazi, iki kere iki, dört eder dediğine göre, bizim aynı dilden konuşmamamız için başka bir matematik işleme mi başvurmamız gerekiyor?(DEVAM EDECEK...)

Cevaplar:
Dersim Forum

Comments: Post a Comment



<< Home

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?