DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Sunday, October 08, 2006

 

TSK, DERSİM, SOSYAL GERÇEKLER VE SOSYAL BİLİMLER- I

Dersim Forum
Auteur - yazari: MEHMET YILDIZ Tarih, gün ve saat : 07. Ekim 2006 20:16:19:
TSK, DERSİM, SOSYAL GERÇEKLER VE SOSYAL BİLİMLER- I
1. GİRİŞGenelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, Harp Akademileri 2006 -2007 eğitim öğretim yılının açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye Sosyal ve Ekonomik Etüdler Vakfı'nın (TESEV) İsviçre merkezli 'Silahlı Kuvvetleri Denetleme Merkezi' adlı kuruluşla ortaklaşa hazırladığı 'Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim' almanağını hedef aldı (3 Ekim 2006 tarihli Radikal gazetesi).
Türk generallerinin otoritelerini sorgulayan herkesi düşman ilan etmeleri yeni bir şey olmamasına karşın, bir araştırma kuruluşunun cepheden düşman ilan edilmesi ve ülke için çok tehlikeli görülmesi bir ilktir. Anti-militarist propaganda yapmakla militarist devletin işleyiş mekanizmasını tüm çıplaklığıyla açığa çıkarmak çok farklı şeylerdir. Baskı altındaki insanların iyi bir vizyona sahip olmaları yeterli değildir. Sosyal gerçekler hakkında epistemik (bilgi veya bilginin geçerlilik derecesi ile ilgili olan) olarak objektif olan bilgiye sahip olmak da önemlidir.
Türkiye’de sosyal bilimlerin tarihi neredeyse cumhuriyetin tarihi kadar eskidir. Ancak sosyal bilimler bugüne kadar devlet ve ordu yöneticilerini bu kadar rahatsız etmemişlerdi. Sosyal bilimciler arasında devlet yöneticilerini bir hayli rahatsız eden tek tek eğitim görevlileri oldu. Ancak bu gibi kişisel yayınlar veya çıkışlar Türkiye’de sosyal bilimler alanında kurumlaşmış ciddi bir çalışmanın yapıldığının kanıtları sayılmazdı. Sosyal bilimlerin Türkiye’de ciddiye alınır akademik bir başarısı yoktur. Eğitim programlarının genel olarak çok kalitesiz olmasının yanı sıra, ciddi bir araştırma da yapılmıyordu. Çünkü bir ülkede fikir özgürlüğü ve dolayısıyla üniversite özgürlüğü olmadan ciddi bir sosyal araştırma yapılamaz. AB sayesinde bir ölçüde fikir özgürlüğü elde edilince ve yine AB’nin doğrudan desteği ile ciddi araştırma kurumları oluşturulunca sosyal araştırma yapmak mümkün hale geldi.
TESEV’in araştırmaları, araştırılan konular hakkında toplumun objektif bir bilgi sahibi olmasını sağlamaktadır. Ne varki devlet yöneticileri bu araştırmalardan azami derecede yararlanmak yerine araştırmayı yapanlara saldırmayı tercih ediyorlar.
Objektif bilgi bir toplumun ekonomik, sosyal, ahlaki, kültürel, teknik vb. ilerlemesi için çok önemlidir. Objektif bilgi olmadan bu alanlarda ilerleme sağlanamaz. Nitekim Türkiye’de ciddi bir ilerleme sağlanamıyor. Türkiye demokratik bir ülke değildir. Türkiye’nin ekonomisi giderek kötüye gidiyor. Türk toplumu kültürel ve ahlaki bir bunalım yaşıyor. Türkiye diplomatik arenada soykırımcı olduğu halde bu gerçeği inkar etmekte ısrar eden bir ülke olarak tanınıyor. Türkiye doğumlu insanların Avrupa’da politika yapabilmek için Ermeni soykırımını inkar etmediklerini beyan eden bir açıklama yapmaları gerekiyor. İnkarcı konuşmalar yapanlar insanlığa karşı suç işlemiş şahıslar olarak kabul edilerek tutuklanacaklardır. Türkiye’de çok sık bir biçimde politik bunalımlar da yaşanıyor. Bütün bu olumsuz gelişmelerin yaşanmasında objektif bilgiye sahip olmamanın veya olamamanın payı büyüktür.
Dersimlilerin düşünce oluşturmakta sosyal bilimlerden azami ölçüde yararlanmaları gerektiğini her zaman savundum. Politik arzularımızda realist olup olmamak ayrı bir konu olmasına rağmen, politik düşüncelerimizin (inançlarımızın) epistemik olarak objektif olmaları kesinlikle zaruridir. İlerlemeyi ancak epistemik olarak objektif olan düşüncelere sahip olmakla sağlayabiliriz.
Dersimlilerin genç kuşakları daha düne kadar sol düşüncelerin epistemik olarak objektif olduğuna inanıyorlardı. Dersimliler özellikle Marksizm-Leninizmi sosyal bilimlerin yerine koydular. Politik düşüncelerin bilimselliği iddiası, vaat edilen cennet kadar çekici oldu. Bu düşüncelerin bilimsel olduğuna inanılmasaydı belki de vaat edilen cennete de inanılmazdı.
“Biz her türlü baskı ve sömürüye karşıyız ve özgürlük istiyoruz” diyen bütün partilerin gerçekte özgürlük yanlısı olmadıklarını biliyoruz. Dahası, özgürlük yanlısı olmak politik düşüncelerinize otomatik olarak epistemik bir sağlamlık sağlamıyor. İlerici ve özgürlükçü olduğunuza inandığınız halde, politik düşünceleriniz epistemik açıdan generallerin düşünceleri kadar temelsiz yahut zayıf olabilir.
Radikal solculuk veya rejim muhalifliği Dersim toplumuna çok büyük zarar verdi. Marksizm-Leninizmin bilimsel olduğuna inanan Dersimli genç kuşaklar Dersim toplumunun ana/temel değerlerine saldırdılar. Dersim itikatı, hukuku, kültürel değerleri ve normları büyük bir saldırıya uğradı. Toplumun kültürel değerleri, ilişkileri ve statüleri fonksiyonsuz hale gelince her türlü irrasyonel politik aktivist Dersim’de başarılı oldu.
Bu kuşaktan politik aktivistler Dersim toplumunun naifliğini fikirlerindeki universal ikna kuvveti ile birbirine karıştırdıkları için hâlâ medeni ülkelerde bile o “muzaffer” günlerin hayaliyle yaşıyorlar. 2006 yılında ve özgür koşullarda bile Marksizm-Leninizmi savunuyorlar ve Dersimlileri bu inançlarını paylaşmaya çağırıyorlar.
Dersimlilere Marksizm-Leninizm veya ulus-devlet kuruculuğu propagandasının yapılıyor olması bir felaket sayılmayacağı gibi normal koşullar altında bu bir problem de değildir. Ancak Dersim kültürel kimliğini savunmayı bütünüyle bu gibi grup ve kişilere bırakmak yanlıştır. Bu kimliği Birleşmiş Milletler’in (BM) tanımları çerçevesinde savunan insanların mainstream bir hareket oluşturmaları gerekiyor. Bu gibi mainstream bir hareket oluşmazsa sosyalist, ulus-devlet kurucusu vb. gibi Dersimli gruplar kendi aralarında kavga edip dururlar. Dersim toplumunun bütünüyle yok edilebileceği tehlikesi bize çok büyük bir acı veriyor. Bu acının motive ettiği insanların öne çıkması ve hareketin asıl yükünü omuzlamaları gerekiyor.
Politik veya ideolojik tercihlerini Dersim kültürel kimliğine özgürlük isteme talebinin önüne koymayan grubun ana grubu oluşturması gerekir. Hiç kuşkusuz rasyonalizm, hümanizm, insan hakları savunuculuğu ve demokratizm de sonuçta politik bir tercihi gösterir. Ancak bu ögeler otantik Dersim kültürü içinde olan ögelerdir. Dahası ve en önemlisi, bu gibi politik tercihler mainstream bir etnik-kültürel kimlik mücadelesinin önünde herhangi bir engel teşkil etmezler. Bizim asıl ihtiyaç duyduğumuz mainstream bir kültürel özgürlük savunuculuğudur.
Dersim etnik-kültürel kimliğine özgürlük isteyen insanların düşünce oluşturma metodu TSK’nın değil TESEV’in metodu olmalıdır. TSK’nın yöntemi yalnızca faşistlerin, ırkçıların, gericilerin yöntemi olmayıp aynı zamanda rejim muhaliflerinin büyük çoğunluğunun da yöntemidir. Dolayısıyla bilimsel olmayan yöntemlerle oluşturulan politik düşünceler renklerine bakılmaksızın akıl, mantık, deney ve kanıtın yardımıyla epistemik bir teste tabi tutulmaları gerekiyor. Düşünce oluşturma alanında gerçek ilerleme ancak bu yöntemle sağlanır.
Sosyal bilimlerin temel iddiası toplum hakkında epistemik olarak objektif olan bilgi üretmektir. Sosyal bilimlerin genel olarak bunda çok başarılı olmadıkları ve bugüne kadar üretilen genel bilginin çok da abartılmaması gerektiği konusundaki düşüncelerimi okur daha önceki makalelerimden biliyor. Bu makalede sosyal araştırmanın kurallarına uygun bir biçimde yapılması kaydıyla toplumun ilerlemesine hatırı sayılır bir katkı yapılabileceğini göstermeye çalışacağım.
Sosyolojinin genel teorik ve metodolojik sorunlarını ana hatlarıyla ele aldıktan sonra, TESEV’in adı geçen araştırmasını inceleyerek objektif bilgi ile subjektif bilgi arasındaki büyük farkı göstemek bu makalenin amacını oluşturmaktadır. Pratik amaç ise, yukarıda da belirtildiği gibi, Dersimlilerin toplumla ilgili düşünce oluştururken TSK’nın değil, TESEV’in yöntemini kullanmayı tercih etmelerini sağlamaktır.
2. MODERN SOSYOLOJİNİN TEORİK VE METODOLOJİK SORUNLARI
2.1 Gelenekler Arasındaki Uyumsuzluklar
Sosyolojinin teorik ve metodolojik sorunlarının ele alındığı pek çok yerde, adı geçen disiplinin uyumlu bir teorik külliyatı olmadığı için, “teorik sosyoloji” yerine bu perspektifler “sosyal teori” olarak tanımlanırlar. Şüphesiz “teorik fizik” yerine “fiziksel teori” vb. demek de mümkündür, ancak sosyolojideki zorluk bu teoriler arasında bir uyumun olmaması ve her teorinin kendine özgü bir araştırma sahası yaratmamasıdır. Fizikteki mainstream teoriler fizikteki branşları temsil ederler. Sosyologlara göre sosyolojik perspektiflerin tümünün “insan davranışını anlamak” gibi ortak bir hedefi vardır (Wallace § Wolf, 1999), ancak bu perspektiflerin sunduğu açıklamalar birbiriyle çelişmektedirler. Dolayısıyla teorik sosyoloji yerine kullanılan “sosyal teori” veya “sosyolojik perspektif” gibi kavramlar bu teorilerin çelişir olmak şeklindeki temel bir zayıflığını gizliyor. Nitekim bu teoriler yahut perspektifler arasında yapacağınız bir gezinti epistemik bir travma ile sonuçlanır. Soruna yakından bakıldığında “perspektif” kavramının kendisi epistemik bir relativizmi, yani birden fazla olan konseptüel şemayı (conceptual scheme) yahut referans çerçevesini (frame of reference) öngörür.
Örneğin, Wallace ve Wolf’a göre sosyal [sosyolojik M.Y] teoriler en azından dört ana konuda birbirlerinden ayrılırlar. Bunlar, metodoloji, araştırma konusu (subject matter), insan davranışıyla ilgili temel savlar ve sosyal teorinin yanıt vermesi gereken temel sorular’dır (Wallace § Wolf, 1999:11). Sosyal teorilerdeki bu gibi bir ayrılık adı geçen teorilerin sosyal yaşamın farklı yönleriyle ilgili olmalarının yarattığı bir uyumsuzluktan kaynaklanmıyor. Diğer bir deyişle, bu farklılık kuantum mekaniğin parçacık hareketleriyle ilgili yaptığı probabilistik açıklamalarla relativite teorisinin deterministik açıklamaları arasındaki uyuşmazlık nevinden bir şey değildir. Bu teorilerin açıklamaya çalıştığı fenomen aynıdır. Ancak aynı fenomenin açıklanışıyla ilgili birbiriyle uyum içinde olmayan bir dizi teori vardır. Bu teoriler empirik veriler tarafından desteklenmedikleri ve birbirleriyle çeliştikleri halde teorik sosyolojiyi yahut “sosyal teori”yi oluştururlar.
Sorunu şu biçimde ifade etmek de mümkündür: 20. yüzyıl epistemolojisinin doğal va sosyal bilimler arasında bir ayrım yapmadan ve daha çok doğal bilimleri hedefleyerek dile getirdiği ve bana göre haksız olan üç temel eleştirisi sosyal bilimler için hiç de yersiz sayılmaz. Bu eleştiriler sunlardır:1) Teorileri kanıtlayan empirik veriler yoktur.2) Paradigmalar uyuşmazlık içindedir.3) A priori teorilerden tümüyle arındırılmış çıkarsamalar (induction) imkansızdır. Çünkü sosyal gerçekler çıplak gözle görülemeyecek kavramlardır ve a priori bir sistem teorisine sahip olmadan sosyal değişkenleri veya objeleri gözlem yapmak suretiyle tek başına anlamak mümkün değildir.
Tabiat bilimlerinin deduktivist modelinin kabulü veya reddinin sosyolojide metodoloji konusundaki temel ayrılığı ifade ettiği söylenir. Makrososyoloji ile mikrososyoloji, sosyolojideki teorik perspektiflerin araştırma konusunun ne olması gerektiği hususundaki ayrılığı sergiler. Makrososyoloji sosyal yapıların geniş çaplı karakteristiklerini incelemeyi esas alırken, mikrososyoloji şahıslar düzeyindeki iletişim ve karşılıklı etkilerle ilgilenir. İnsan davranışı önceden belirlenmiş (determined) ve dolayısıyla somut olarak ortaya çıkmadan önce bilinebilir şey mi, yoksa burada bahis konusu olan önceden belirlenmemiş ve bilinemeyecek olan insan yaratıcılığı mıdır? Bu soruya verilen değişik cevaplar insan davranışı konusundaki tezler bakımından sosyolojide var olan bir diğer temel ayrılığa işaret ederler. Sosyal teorilerin nihai amacı nedir? Bu teorilerin hedefi şeyleri tarif etmek mi, açıklamak mı, yahut ortaya çıkışlarını ve hayat seyirlerini önceden görmek mi? Bu soruya verilen cevaplar adı geçen yazarlara göre sosyolojideki son ayrılık noktasını oluştururlar.
Wallace ve Wolf sosyolojideki bu kaosu yahut başarısızlık durumunu çok büyük bir sorun olarak görmezler. Zira onlara göre en azından tüm sosyolojik perspektiflerin ortak bir hedefi vardır ve bu hedef “insan davranışını anlamak”tır (Wallace § Wolf, 1999: 4). Oysa bu gibi bir açıklama sosyolojideki başarısızlığın açıkça itiraf edilmesi sayılır. Bir bilimin tüm teorik ve pratik başarısı o bilimin anlamaya çalıştığı fenomenin ne olması gerektiği konusunda disiplin içinde sağlanmış olan konsensüsle açıklanmış olması inandırıcı olamaz. Gerçekten de sosyolojik perspektifler arasındaki ortak noktanın bundan ibaret olduğunu söyleyenler sosyolog olmasaydılar, bu gibi bir açıklamanın sosyal bilimleri küçümsemek isteyen insanlar tarafından yapıldığını sanabilirdik. Örneğin, modern fizik kara deliklerin sırlarını çözmekle uğraşırken, insanlar sosyolojinin bu gibi bir “başarısı” ile neden tatmin olsunlar? İnsanların iki asırdır süren çabalar neticesinde daha kayda değer bir başarı görmek istemeleri doğal sayılmaz mı?
Adı geçen yazarlar, sosyolojideki bu kargaşa ve başarısızlık durumundan çok rahatsız olmuş gözükmüyorlar ve bunu aşağıdaki gibi şematize ediyorlar:
Tablo 2.1 Sosyolojik perspektifler arasında bir kıyaslama
Analiz seviyesi
Makro
Mikro
FonksiyonalizmÇelişki Teorisi (Marks, Weber)
Sembolik İnteraksiyonizmFenomenolojiRasyonel Tercih Teorisi
İnsanoğluna bakış
Önceden bilinebilir
Yaratıcı
FonksiyonalizmÇelişki Teorisi Rasyonel Tercih Teorisi
Sembolik İnteraksiyonizmFenomenoloji
İnsanın sosyal eylemini doğuran motivasyon
Değerler
Çıkarlar
FonksiyonalizmFenomenolojiSembolik İnteraksiyonizm
Çelişki Teorisi Rasyonel Tercih Teorisi
Bilimsel Yaklaşım
Deductive
Inductive
FonksiyonalizmÇelişki Teorisi Rasyonel Tercih Teorisi
Sembolik İnteraksiyonizmFenomenolojiKaynak: Wallace § Wolf, 1999
Bir bilimi normal olarak ilgilendiren hemen hemen tüm konularda bir anlaşmazlığın var olması, belki de bir tek sosyoloji yerine birden fazla sosyolojiden bahsetmeyi daha doğru kılacaktır. Gerçekten de bugün söz konusu olan yalnızca sosyolojik geleneklerin birbirlerinden çok farklı olmaları değil, fakat aynı zamanda sosyolojinin ülkeden ülkeye ve hatta üniversiteden üniversiteye değiştiğidir.
Adı geçen yazarlar tarafından yukarıda dile getirilen sosyolojideki bu dört ayrım noktası kendi başına çok önemli sorunları yansıtır. Fakat bence bu tablo ciddi eksiklikleri ve yanlışlıkları içermektedir.
En başta sosyolojideki önemli ayrılıklar tabloda ifade edilenlerden ibaret değildir. Bu ayrılık noktalarına eklememiz gereken en azından üç önemli sorun daha vardır. Birinci olarak, sosyolojinin mainstream hiçbir teorisi yoktur. İkinci olarak, metodolojik ayrılık sorununun yalnızca deduktivizm-induktivizm tartışmasından ibaret değildir, bu çerçevede quantitative-qualitative (kantitatif-kalitatif) tartışması da önemli bir sorundur. Üçüncü olarak, sosyolojideki empirik veriler intrinsik bir özellik taşımazlar.
Sosyolojinin mainstream teorilere sahip olmadan bir bilim olma iddiasını taşıması en azından çok ciddi bir açıklamayı gerektirir. Keza sosyolojide kantitatif değişkenlerin çok nadir olması, kantitatif tekniklerin ve formüllerin gücünü kendi başına çok sınırlamaktadır. Sosyal verilerin intrinsik bir karakter taşımaması, “empirik araştırma” veya “empirik test” ile kastedilen şeyin fizikteki deney yahut testlere hiç benzemediğini gösterir.
Ayrıca sosyolojinin pek çok ders kitabında (Turner et al, 1998; Collins, 1994; Wallace § Wolf, 1999) “çelişki teorisi” adı altında birleştirilen Marks ve Weber sosyolojisi, gerçekte birbiriyle pek bir ilgisi olmayan ve karşıt sosyolojik tezleri içerir. Örneğin Marks materyalisttir ve insan düşüncesinin, ahlakın, normların, hukukun, felsefenin, ideolojinin vb. bağımsız olmadığını ve bunların genel olarak gerçek yaşam koşulları olarak tanımladığı ekonomik yaşam koşulları tarafından belirlendiğini öne sürer (Marks, 1968[1932]). Buna karşın, Weber kapitalizmin Batı Avrupa’da ortaya çıkışını öncelikle Protestant etikle açıklar (Weber, 2000[1958]). Marks bir pozitivist iken, Weber tabiat bilimlerinin kullandıkları metodla sosyal fenomenin açıklanamayacağını öne sürer ve insan hareketinin subjektif manasını anlamaya çalışan “interpretative” sosyolojinin kuruculuğunu üstlenir. Dolayısıyla bu iki perspektif arasında ne insan portresi (view of human beings), ne metodoloji, ne de insan davranışını şekillendiren temel motivasyon açısından bir benzerlik vardır. Bu durum, diğer şeylerin yanı sıra, yukarıdaki tabloda yapılan sınıflandırmanın aşırı bir basitleştirmeyi ve tek yanlılığı içerdiğini göstermektedir. (Devam edecek)
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
No sene zono? Bıçarne zonê ma! Wendoğ 07.10.2006 22:53 (6)
Ce: No sene zono? Bıçarne zonê ma! Alisan Karsan 08.10.2006 18:22 (1)
Sayin Karsan : Zazaca yazimi neden sildin? Mile Pazapuni 08.10.2006 19:05 (0)
Ce: Heq kena bıçarne zonê ma, ala ma ki tene famkerime se`vana. Mile Pazapuni 08.10.2006 10:03 (3)
Ce: Heq kena bıçarne zonê ma, ala ma ki tene famkerime se`vana. Mehmet Yıldız 08.10.2006 12:24 (2)
Dersim Forum

Comments: Post a Comment



<< Home

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?