DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Sunday, October 08, 2006

 

TSK, DERSİM, SOSYAL GERÇEKLER VE SOSYAL BİLİMLER- II

Dersim Forum
Auteur - yazari: Mehmet Yıldız Tarih, gün ve saat : 08. Ekim 2006 19:46:43:
TSK, DERSİM, SOSYAL GERÇEKLER VE SOSYAL BİLİMLER- II
2.2 Belli Başlı Metodolojik Sorunlar
Bir önceki bölümde sosyolojide uyumlu teorik bir birikimin söz konusu olmadığını ileri sürdüm. Dolayısıyla sosyolojideki teoriler incelenen konuyla ilgili olarak yalnızca belli bir perspektif sunarlar. Örneğin Durkheim’in intihar teorisi, intihar olayının evrensel bir tarzda açıklanışı değil, yalnızca belli bir perspektiftir. Bu teoriden yararlanmak suretiyle tüm intihar olaylarını çözemeyiz. Bu teori bütün olaylar, zamanlar ve ülkeler için geçerli değildir. Aynı şekilde Marks’ın sınıf teorisi kapitalist toplumdaki sınıf çelişkilerini incelemekte en fazlasından belli bir perspektif sunar. Bu teori bütün olaylar, zamanlar ve ülkeler için geçerli değildir. Özetle sosyal teorilerin belli bir pespektif sunma iddiasını geçen bir `bilimsellik` iddiası olamaz.
Teori yoksunluğunun yanı sıra, sosyal araştırmalar aracılığıyla yapılan ölçümlerin ölçüm olarak da çok sayıda problemleri vardır. Sosyal kavramlar veya değişkenler çoğu kez doğrudan gözlemlenebilen nesneleri ifade etmekten ziyade, insanların kollektif olarak var olduğuna inandıkları sembolik fonksiyonları yansıtırlar. Örneğin, demokrasi, itaat kültürü, aile içi şiddet, hoşgörüsüzlük, milliyeçilik, ayrımcılık vb. kavramların doğrudan gözle görülebilir bir objesi yoktur. Böyle bir nesnellikten yoksun olunca bu kavramları fiziğin ölçüm birimlerini (uzunluk, ağırlık, yoğunluk, hacim vb.) kullanarak ölçemeyiz. Bu gibi değişkenlerin ölçümü çerçevesinde bir dizi dolaylı veriyi bir araya getirerek ancak doğrudan olmayan ve yaklaşık olan bir ölçüm yapabilirsiniz.
Ölçüm zorluğu araştırma sonuçlarının reddedilmesini kolaylaştırıyor. Örneğin Büyükanıt güvenlik örgütlerindeki “itaat kültürü”nün abartıldığını söyledi. Aynı itirazı ordunun kullandığı toplam arazi miktarı konusunda aynı kolaylıkla yapamazdı.
Ölçümlerin bu gibi zorluklarının olması onların suistimal edilmelerini de kolaylaştırıyor. Birkaç yıl önce bir İlahiyat Fakültesi mezunu, kültür bakanlığı adına Çingenelerle ilgili bir “araştırma” yaparak sonuçlarını bir kitap halinde yayınladı. Bu “araştırma”da varılan temel sonuçlardan biri Çingenelerin ahlaksız olduğuydu. Çingeneler bunu protesto edince, söz konusu araştırmacı kendisini bir televizyon kanalında şöyle savundu: “Efendim bu bir hakaret değil, bilimsel bir saptamadır. Ben bizzat Adana’ya giderek Çingenelerle konuştum.” (Araştırmacının bu savunması bana başka “sosyolojik” tahlilleri de hatırlattı). Bundan çıkarılması gereken sonuç, sosyal araştırmanın çok gülünç bir tarzda yapılabileceği ve çok kolay suistimal edilebileceğidir.
Daha önce de belirttiğim gibi, araştırma konusunu seçmek kendi başına çok büyük bir önem taşımaktadır. Tıp bilimcilerinin veya fizikçilerin araştırma konularını seçmekte de yüzde yüz bağımsız oldukları söylenemez. Araştırma projelerinin finansmanı sağlanmadan araştırma yapılamayacağına göre, para kaynaklarını elinde tutan güçlerle belli bir anlaşma içinde olmak şarttır. Ancak sosyal araştırmacıların bağımsız proje oluşturma şansları daha azdır. Bu nedenle sosyal araştırma adına bütünüyle iktidara hizmet eden sözde bilimciler pozisyonuna da düşülebilir. Araştırma konusunun ne olacağına karar vermek onun için çok önemlidir. Örneğin TESEV 'Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim Almanağı’ yerine irtica olayını araştırsaydı TSK bundan çok memnun kalırdı. Keza çok uluslu sermaye şirketlerinin öncelikleri BM’nin önceliklerinden farklıdır. Bu şirketler için çalışan araştırmacılar bu öncelikleri dikkate almak zorundadırlar. Bu araştırmacılar BM’nin araştırmacılarıyla aynı öncelikler sırasına sahip değildirler.
İkinci olarak, iyi sosyal araştırmalar yapmak için araştırmacıların önceden belli ahlaki/manevi tercihler yapmaları gerekiyor. Örneğin BM’nin İnsani Gelişme Raporunu hazırlayan bürosunun önceden yaptığı normatif tercihler araştırma konularının neler olması gerektiğinde tayin edici oluyor ve bu nedenle insanoğlunun en önemli sorunları olan açlık, temiz içme suyu kaynaklarından yoksunluk, yoksulluk, eşitsizlik, Aids salgını, temel sağlık ve eğitim hizmetlerinden yoksunluk gibi sorunları inceleniyor. Bu büronun yıllık araştırma raporlarında demokrasi, insan hakları, çok kültürlülük, uluslararası ve cinsiyetler arası eşitlik vb. değerler savunuluyor. Bunlar normatif tercihlerdir. Ancak bu gibi normatif tercihler örneğin faşist ülkelere ait insani gelişme istatistiklerini olduğundan da düşük göstermeyi asla doğurmuyor. Bu büronun araştırmacıları verilerle asla oynamazlar. Ancak bu büro uluslararası büyük şirketlerin denetiminde olsaydı, araştırma konuları büyük olasılıkla bunlar olmazdı. Normatif tercihlerin etkili olması verilerin çarpıtılma olasılığı anlamında yorumlanmamalıdır. Uluslararası sermaye şirketlerinin araştırmacıları BM araştırmacıları kadar dürüst ve profesyonel davranabilirler. Fakat araştırma konusu farklı olunca araştırmanın pratik yararı da ister istemez farklı olur.
Üçüncü olarak, sosyal gerçekler var oluş tarzları (ontoloji) bakımından subjektif olmaları, araştırmaların çok büyük bir titizlikle yapılmaları durumunda bile ölçüm sonuçlarını her zaman tartışmalı kılıyor. Örneğin bir ülkedeki demokrasi düzeyini o ülkenin toplam yıllık otomobil üretimi gibi ölçemeyiz. Otomobiller sayılabilir (kantitatif) bir özelliğe sahip oldukları halde, demokrasi sayılmayan (kalitatif) bir değişkendir. Araştırmacılar burada bir dizi dolaylı veriyi bir araya getirmek ve son derece ekonomik ve rasyonel bir dil kullanmak suretiyle bir saptamada bulunabilirler. Özel bir araştırma cihazı veya teknolojisi kullanamadığına göre bilimsellik iddiası sağduyulu olma iddiasını çok geçmez.
Bütün bu zorluklara rağmen iyi yapılan sosyal araştırmaların sonuçları epistemik olarak objektif olan bir bilgi sağlarlar ve bu bilgi kullanılarak toplumsal ilerlemeye bir katkı sağlanabilir. Bunu TESEV’in adı geçen araştırmasını inceleyerek göstermeye çalışacağım.
3. ALMANAK
Politik rejimlerin özelliklerini objektif bir biçimde sergilemek mümkündür. Objektif tanımlamaların eleştiri gibi normatif veya politik tercihleri hiç yansıtmayan nötr açıklamalar olmaları şart değildir. Örneğin TESEV Türk devletinin militarist değil, şeffaf ve demokratik bir hukuk devlet olmasını istiyor. Fakat bu durum onun generallere iftira atabileceği veya köy korucuları ile ilgili verileri çarpıtabileceği anlamına gelmiyor. TESEV demokrasi ve militarizm konusunda bir tercih yapmayabilirdi veya bu tercihini araştırma raporuna hiç yansıtmayabilirdi. Bu durumda araştırmanın sonuçlarından nasıl yaralanılabileceği daha belirsiz olurdu.
Sosyal araştırmalar aracılığıyla çığır açan büyük nedensellik açıklamaları yapmak mümkün olmadığına göre, sosyal araştırmaları toplumsal iyileştirmelerin bir aracı olarak kullanmak tek doğru alternatiftir. Nötr nedensellik açıklamaları peşinde koşanlar bugüne kadar ciddi bir şey açıklayamadıkları gibi, toplumsal sorunların çözümüne ciddi bir katkı da sağlayamadılar. BM’nin İnsani Gelişme Raporu Bürosu (HDRO) en iyi sosyolojik araştırma yapan kuruluşların başında gelir. Keza TESEV sosyal bilimcilerin tarafsızlık adına sergiledikleri tutumu benimseyerek yararı tartışmalı olan “akademik” araştırmalar yapmak yerine demokrasi, insan hakları ve hümanizm cephesini seçerek toplumsal iyileştirmeler için kullanılabilecek son derece yararlı araştırmalar yapıyor. Generalleri öfkelendiren budur. Ancak TESEV’in araştırmalarının kalitesi onun demokrasi yanlısı olmasında değil, veri toplama metodunda, analiz tekniklerinde ve kullandığı argümantatif, açık ve mantıklı dilde yatmaktadır. Düşüncelerinizin geçerli olup olmadıkları tartışılırken tartışılan şey ahlaki tercihleriniz değil, düşünce oluşturma metodunuzdur.
TESEV’in araştırma raporu 17 bölümden oluşmaktadır:TBMM, Hükümet, MGK, Askeri Yargı, TSK, Polis, Jandarma, Sahil Güvenlik, Özel Harekât, Özel Güvenlik, Geçici Köy korucuları, Polis İstihbarat, MİT, Jandarma İstihbarat, Sivil Toplum, Medya, Güvenlik Gelişmeleri ve Basın Yansımaları: 2005’e Genel Bir Bakış. ‘İtaat’ Kültürü Yerine ‘İtiraf’ ve ‘İtiraz’ başlıklı ‘Giriş’ bölümü de kendi başına incelemeye değer bölümdür. Dolayısıyla araştırma aslında 18 bölümden oluşmaktadır.
Bu bölümleri tek tek inceleyerek yazılanları özellikle metodolojik yanlarıyla değerlendirmeye çalışacağım.
3.1 GİRİŞ YA DA ‘İTAAT’ KÜLTÜRÜ YERİNE BİLİMSEL ‘İTİRAF’ VE ‘İTİRAZ’
Sosyal bir araştırmayı ihtiyaç haline getiren şey bir problemin varlığıdır. Problemin ne olduğunu bilmiyorsanız araştırma aracılığıyla ne tür sorulara yanıt aramanız gerektiğini ve araştırmanın ne tür bir amaca sahip olduğunu da bilemezsiniz. Nitekim TESEV problem tanımı çerçevesinde şunları dile getirmektedir:1) Türkiye’de devlet bürokrasisinin kullandığı “güvenlik” kavramı Soğuk Savaş döneminin tek yanlı askeri kavramıdır (Almanak, sayfa: 8). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) kullandığı güvenlik kavramı “yalnızca askeri nitelikte ve üniforma, silah ve askeri araç-gereç taşıyan birimlerce karşılanan bir ihtiyaç” değildir ve bu kavram daha geniş bir anlam taşımaktadır. İnsani güvenlik aynı zamanda “azınlıklar” olarak ifade edilen insan toplulukları da dâhil vatandaşlarının tümünün yaşam kalitesini, özgürlüğünü, yoksulluk, yoksunluk ve şiddetten korunmasını öngörür.2) 1990’lı yıllarını iç tehditlere karşı giderek askerleşen bir mantıkla savaşarak geçiren ve güvenlik politikalarına “seçilmiş”leri dâhil etmeyen Türkiye bu yeni sürecin dışında kaldı. Bu durum Soğuk Savaş dönemi güvenlik anlayışını sistematik bir biçimde yeniden üretiyor ve silahlı kuvvetlerin rejimin muhafızlığı rolünü meşrulaştırmasına katkı sağlıyor.3) Güvenlik teşkilatı bir yandan askeri gücün ve mantığın egemenliğinde kalırken, bir yandan da yeni tehditleri kavramakta ve cevap vermekte güçlük çekiyor. Güvenlik ortamımızı sarmalayan bir “itaat” kültürü vardır. Oysa doğru olan “itiraf” ve “itiraz” kültürüdür.4) Güvenlik örgütleri uyumlu çalışmıyorlar. Kurumlar arasında rekabet vardır ve iletişim sorunları yaşanıyor.5) Güvenlik hizmetinde modernleşmeye gitmekten yalnızca teknik, fiziki modernleştirme anlaşılıyor. Halbuki demokratikleşmeyi ve şeffaflığı içeren zihinsel bir modernleşme daha önemlidir.6) Vatandaşın güvenlik belleğini diri tutan objektif bilgilere ihtiyaç vardır. Tek yönlü yönlendirmeler yerine “ampirik dünya ile analitik düşünceyi birleştiren” bilgi kaynaklarını oluşturma ihtiyacı vardır.7) Güvenlik sorunu bütünüyle görevlilere bırakılamaz. Sivil toplumun sorunu tam bir özgürlük içinde bilmesi ve tartışması gerekiyor. Bu konu bir tabu veya endişe kaynağı olmaktan çıkmalıdır. Sıradan yurttaşların konuya ilgisi uzmanlar tarafından küçümsenmemelidir.8) Güvenlik sektörü demokratik bir sivil denetim altına alınmalıdır. Bu gibi bir denetim mekanizmasının yokluğu büyük bir problemdir.9) AB, NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar ülkelerin üyelik ve kredi taleplerini değerlendirirken güvenlik sektöründe demokratik bir yapılanmayı bir koşul olarak ileri sürüyorlar. Silahlı kuvvetlerimizin siyasette işgal ettiği belirleyici konumu biz kabul etsek bile bunu AB kabul etmez. Bu durum AB üyeliğini engeller. 10) “Zayıf sivil siyaset” militarist yapıyı besleyen bir kaynaktır. 11) Güvenlik kurumları üzerinde bir gölge ve sır perdesi vardır. Bu perdeyi aralayarak bilgiyi güvenilir bir biçimde herkese sunmak gerekir. (Almanak, shf: 8-11)
3.1.1 SONUÇ
Yukarıdaki özetlemeye çalıştığım problem tanımı gibi bir tanımın Türkiye’de yapılması daha düne kadar olanaksızdı. TESEV’in çok yerinde söylediği gibi, bu gibi bir araştırma Türkiye’de ilk kez yapılmaktadır. Problem tanımında bir dizi faktörün rol oynayabileceğini ve bu faktörler arasında en etkili olanın güç faktörü olduğunu söyleyebiliriz. AB’nin Türkiye’ye ilgisi güç dengelerinde belli bir değişikliğe yol açtı. TSK’nın AB üzerinde hiç ya da çok az bir etkisi vardır. Onun için AB koruması altında olan TESEV engellenemiyor. Böylece rasyonel aktörlerin militarist aktörleri eşit tartışmaya çağırma imkanı doğuyor.
Sosyal araştırmacıların ülkenin demokratikleşmesi sürecinde doğrudan bir rol almak istemeleri çok önemli bir gelişmedir. Bu gibi aktörlerle sürekli biçimde karşılaşmak zorunda kalan generaller irrasyonel konuşmalarında giderek artan bir biçimde güçlük çekeceklerdir. Örneğin Büyükanıt’ın son konuşması inandırıcılıktan uzak bir konuşma olmasına rağmen, bu konuşmada generaller tarafından geleneksel olarak ileri sürülen “Türk Ordusu Türk Milletinin gözbebeğidir” şeklindeki sav bir argüman olarak kullanılmadı.
TESEV’in handikapı demokrasi, şeffaflık, azınlık haklarının korunması, silahlı kuvvetlerin hesap vermeleri ve demokratik sivil otoritenin denetimine girmelerini isteyen bir iç kuvvetin yahut bir halkın olmamasıdır. Bu gibi bir iç kuvvet olmayınca demokratik talepleri daha çok dış gelişmelerle ilişkilendirmek zorunda kalırsınız. Avrupa tarzı bir demokrasi kavramına sahip olmayan Türk seçmeni demokrasi isteyen Türk kuruluşlarını yabancı güçlerin teşvikiyle ülkeyi karıştırmaya çalışan kuruluşlar olarak sunulmasını kolaylaştırıyor.
TESEV’in arkasında güçlü bir halk desteği olsaydı Türkiye’nin geleceğinden yana daha iyimser olurduk.
Dersimlilerin Dersim sorununu tartışırken, işe bir problem tanımıyla başlamaları yerinde olacaktır. Bunun çıkarmamız gereken birinci ders olduğuna inanıyorum. İkinci olarak, problem tanımı içine girmeyen sorunları buraya taşımamak gerekir. Üçüncü olarak, savlarımızı akıl, mantık, deney ve kanıtın yardımıyla teste tabi tutmamız gerekir. Dördüncü olarak, konuşmacının nereye kadar konuşmaya ehil olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Baytarlar beyin cerrahları değildirler. Dilimizde masal yazanlar tarihci sayılmazlar. Zazaca yazabilenlerin etnik-kültürel kimliğimizle ilgili her şeyi söyleme hakları yoktur. Bizim farklı bir etnik grup veya “ulus” olduğumuzu herkesten önce dile getirdiklerini söyleyenler bizim mutlak hükümranlarımız olmak zorunda değildirler. “Giriş” bölümünü yazan Prof. Dr. Ümit Cizre bir Türk olarak bir çok Dersimli “önder”den bize daha çok faydalı olabilir ve bize karşı daha dostça davranabilir. Prof. Dr. Ümit Cizre ile daha dürüst ve medeni ilişkiler kurabiliriz. . Prof. Dr. Ümit Cizre bize bir konuda yardımcı olursa bunun karşılığında bizden sonsuz bir sadakat beklemez. Prof. Dr. Ümit Cizre’den Dersim sorununu incelemesini rica etsek, iyi bir inceleme yaparak bizi bilgilendirir. Üstelik bu araştırmasının sonuçlarıyla büyük Zazaistan projesi veya sosyalist devrim arasında zorunlu, mantiki bir bağ olduğunu ileri sürmez. (Devam edecek)
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Dersim Forum

Comments: Post a Comment



<< Home

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?