DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Wednesday, November 08, 2006

 

DENEMELER-VII

Dersim Forum
Auteur - yazari: Hüseyin Sevinç Tarih, gün ve saat : 08. Aralik 2006 14:38:12:
Sosyalistler burada gerçekten de ciddi bir handikap içindedirler. İdeolojik doğmatizm aslında burada da ciddi bir rol oynuyor sessizce. Burjuva söylemiyle bizi tehdit edenlerin ya da korkutanların gönlünde, inanın iktidara geldiklerinde aynı şeyleri hem de faylasızla yapmak yatıyor!
Burada her ideolojinin sahip olduğu bir çifte standartla karşı karşıyayız. Kasım 2003’te İstanbulda patlayan bombalara karşı adeta birleşik cephe oluşturan sağ ve sol parti ve ideolojiler, İsrail’de patlayan bombaların öldürdüğü sivil insanların katliamını sessizce onaylamaktadırlar. Kimileri açıktan destek bile vermekten çekinmemektedir. Peki Türkiye’de patlayan bombalara karşı çıkmak, bu eylemleri kınamak; onların patladığı toprak Türkiye olduğu için mi icap etmektedir?
Bir dönem PKK’nın yaptığı söylenen, gerçekte ise tam bilemediğim İstanbul alış-veriş mağazalarında bombalar patladığında, bir çok Türk ve Kürt solcusu ile tartıştığımı hatırlıyorum. TC’ye yönelik eylemler olduğu iddia edilerek bu eylemler destekleniyordu. O sıralarda biraz da PKK’nın gücü karşısında secdeye duran sol çevrelerin bu eylemleri eleştirdiğini hatırlamıyorum. Fakat El-Kaide’ye mal edilen Kasım 2003 terörist eylemlerin aynı sol çevrelerin desteklerine de tanık olmadım. Üstelik El Kaide’nin anti empemperyalist karaktere sahip olduğunu savunan bir çok solcu ile de tartışmıştım çok önceleri.
Görüldüğü gibi insanların neyi nasıl ve neye göre savunduklarını anlamak zorlaşmaktadır. İdeolojik hareketlerin yarattığı toplumsal psikoloji, insanların düşüncelerini dumura uğratıyor. İnsanlar bir nevi kumanda ile idare edilir duruma getiriliyor. İnsanlar inançlarının ve düşüncelerinin esiri durumuna düşüyor. İçinde bulunduğu grubun yapısından kaynaklanan ideolojik şiddet, insanların bünyelerine siniyor. Karşı çıktığı Kasım 2003 terör eylemlerini kendi örgütü yapsaydı, aynı karşı duruş gösterilebilecek miydi? Buna kolayca evet diyemeyiz. Çünkü ideolojik akımlarda bireyler tutarlı bir duruş sergilemekten uzaktırlar. İdeolojik hareketin yöneticileri her zaman haklıdır! Tersi duruş sergileyen insanlar, “kafirdir”, “bozguncu”dur, “ajan”dır, “tımarhanelik”tir vs...
İdeolojik örgütlenmelerde ciddi bir robotlaşma yaşanıyor demek, bir önyargı mı olur acaba? Yaşananları birer film şeridi gibi gözlerimizin önüne bir getirelim. Bir film seyrediyor gibi koltuğumuza yaslanıp rahat bir nefes alarak bu filmi önyargısızca ama dikkatlice izlemeye bırakalım kendimizi. Burada bir realiteyle karşı karşıyayız. Birilerini kötülemek ya da birilerini karalamak için kendimizi zorlamaya da gerek yok. Realiteye göz ve kulak vermemiz, yeterli olur diye düşünüyorum. Realitelerden kalkarak gerçeklerin mutlaka açığa çıkarılması gerekir. Bu yol bizi, bireyin özgürleşmesine götürecek bir yolun başlangıcı olabilir...
DEMOKRATİK KÜLTÜR, FARKLILIKLAR VE İDEOLOJİ
Ölüm denen canavarı sorgulamak, ölüm ve ölüm merkezlerini ve işlevlerini açığa çıkarmak günümüzde büyük bir önem taşıyor. Bunun öyle kolay olmadığı açıktır. Çünkü, sırası geldiğinde herkes ölüme ve öldürme olaylarına lanetler yağdırıyor. Ölümlerden yana olmadıklarını, kimsenin ölmesini istemediklerini söyleyenlerin ve bunu yapanların da aynı çevreler olması işleri daha da zorlaştırıyor. Ya da öyle görünüyor. Ölüm üreten ve saçan çevrelerin aynı zamanda insancıl dersler vermesi ise işin diğer bir şaşırtıcı yanı. Öyleyse çevremizdeki bunca ölüm ve katliamlar da neyin nesi? Nasıl oluyor da insanlar evlerinde, işyerlerinde, okullarında, ibadet alanlarında, alışveriş merkezlerinde; kısacası her yerde ölümle karşılaşabiliyorlar? Ölüm hep yanı başımızda. Ölüm uygulayıcıları hep aramızda! İnsanlar ve insan yaşamı, hep bu cehennem karanlığına mahkum mu olacak diye soru sormamız, ciddi bir sorgulama yapmamız bu cehennem karanlığını aydınlatmamız için bir adım ya da bir mum ışığı olamaz mı?
Söylenenler ve dökülen göz yaşları sahte. İnsanlar sahte. İnsan denen yaratık, içyüzünü gizlemede oldukça beceri kazandı ve ihtisaslaştı! Onca hamasi hümanist nutukların altında, ölüm kararları gizli. Söylenen onca tatlı söz, insanların beyninde yer edinmekte ve insanlar adeta kuzuya dönmektedir. Ölüm merkezleri adeta kumanda ellerinde, insanları istedikleri yöne yöneltebilmekte. Söylenenler, sarfedilen sözler, cidden yürek ısıtır cinsten. Öyleyse burun buruna yaşadığımız bunca ölümler neden ve bunlardan kimler sorumlu? Bunun için sorgulama yeteneğimizi ve kuşkulu olmayı elden bırakmadan iğne ile kazı yapmaya başlamamız gerekiyor.
“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” sözünü anarak sorunu biraz daha somutlayalım:Dünyadaki doğal ölümler dışındaki tüm ölümler, ideolojilerin çatışmasından kaynaklanıyor, diyebiliriz. Her ideoloji kendi dışındakilerini yok etmekle, hizaya getirmekle kendini yükümlü kılıyor. Bunu, görev ve sorumluluk olarak çevresine ve taraftarlarına empoze ediyor. İdeolojilerin etkisindeki kitleler de bunu soylu bir görev olarak kabul edip, emre amade olduklarını ilan ediveriyorlar! İdeolojilerin kitleler üzerindeki güçlü etkisi biraz da onun despotik yapısından kaynaklanıyor. İdeoloji, değil dışındaki ideoloji ile barış içinde yan yana yaşaması; kendi içinde bile bin bir parçaya bölünüp, kendi kendisini yiyebiliyor. Bu sorun detaylı olarak sonradan açıklanacaktır.
İnanç özgürlüğü, fikir ve düşünce özgürlüğü, ideolojinin dişli çarkları arasında un ufak olmaktadır! Bu Türkiye’de oldukça belirgindir. İslami Terör gündeme damgasını vurduğu dönemlerde, çoğu islamcı çevre, yazar ve kişi “islamda terör yoktur” diyerek islami ideolojinin şiddet yanını gizlemeye ya da saklamaya çalıştıklarını biliyoruz. Sanki islam ideolojisi tarihte hiç kimseyi öldürmemiş, hiç katliam yapmamış gibi, gerçeklerin açığa çıkmasını önlemeye çalıştılar. Bu içgüdüsel savunma tavrı bütün ideolojilerde ortak bir noktadır. Gerçeklerin yakıcılığı karşısında, “bunu yapanlar bizden değildir”, “onlar bu yüce ideolojinin dışındadır” diyerek fetbazlık yapmak, ideolojilerin ortak ve zorunlu bir görevidir. Öyle ya “bu ideoloji bunu yaparsa, ben de bu ideolojiden olamam” deme soyluluğunu göstermek kolay mı o kadar! Esasında, bunu ideolojilerden beklemek de saflık olur.
İslam ideolojisi yayılmaya yüz tuttuğundan bu yana acaba kaç milyon insanın hayatına mal oldu? Kaç kişinin derisi yüzüldü? Kılıç vuruşlarıyla tespih çekilir gibi, kafa koparmaları konu edinen o heyecan ve kanımızı donduran cenkleme hikayeleri yalan mıydı yoksa?
İslam dini, ellerinde gül dağıtarak mı İran coğrafyasına ya da Anadolu toprağına bir anda giriverdi? Yoksa buralarda yaşayan Alevi, Ezidi, Hristiyan vs. nüfus kendi kendilerini mi kılıçtan geçirdi? Sahi o toprakların asıl sahibi bu halklar, güle oynaya mı İslam’ı kabulleniverdiler? Mezopotamya’nın yerli halklarından Asuriler uzaya gittikleri için mi yerlerinde yoklar? Anadolu coğrafyasının ciddi inanç akımını oluşturan Alevilerin ne kadarı kuyulara atıldı; ne kadarı katledildi veya yakıldı?
Kimse bu soruları sormuyor maalesef kendisine. Çünkü bu soruya verilecek cevaplar gerçekleri gün ışığına çıkarmaya veshile olacaktır. Böylesi bir duruş ve tavır alış, ideolijinin kendisini dinamitler. O nedenle sadece İslam ideolojisi yanlıları değil, tüm ideolojilerde kişiler, bu tür “şeytani” soruları kendi kendilerine sormaktan elbette kaçınırlar.
“Bir Kızılbaşı öldüren mümin cennete gider” diyen Şafi ideolojinin beynini gaspettiği ya da kendisine hükmettiği bir taraftarı nasıl olur da ölüme karşı olabilir? Ya da kişi olarak kendisinin ölümlere karşı olması, ideolojisini temize çıkarmaya yetebilecek mi?
İnsanlar kuşkusuz değişebilirler. Dün yaptıklarından, bugün vazgeçebilirler. Dün savunduklarını, bugün savunmayabilirler. Bundan kuşkumuz yok. Fakat bunun için insanın, etkisi altında olduğu ideoloji ile hesaplaşması gerekmiyor mu?. Yapılanlar cidden sorgulanmalı ve eleştirilmelidir. Yaşanan deneylerin yeni nesillere aktarılması, yeni ölümlerin önüne geçmek için şarttır. Farklılıklara karşı tahhammüllü olmayı beceremedi Türkiye’de İslamcılık. Bu tahammüllü olmayı sadece İslamcılar değil, bilimum sol ve marksist ideolojiler de beceremediler. Nasıl becerebilsinlerki!
Öyleyse sorunu tek tek ideolojilerin suçlanmasından da çıkarmamız gerekiyor. Değilse burada kalıp handikap içinde veya basit bir döngü içerisinde yaşamaya mahkum oluruz. Basit bir örnek verelim: Kendi penceresinden Stalin Rusya’sındaki terör ve kıyım dönemini sorgulayan bir İslamcı, bu tavrından dolayı haklı olsa da, tümüyle teröre ve öldürmelere karşı olduğunu ispatlayamaz. Ya da aynı şeyi tersinden söyleyelim: İslami terörün tarihinden örnekler vererek, kendisinin haklılığını kanıtlayan Stalinist bir sosyalist de, ideolojisinin kan dökmediğini ya da dökemeyeceğini ispatlayamaz. Doğrusu tüm ideolojilerin, kendi dışındaki ideolojileri eleştirmek için epeyce malzeme bulabilme şansları hep vardır. Demek ki, bu dar kuyudan çıkmadan, çevremizde olup biteni sorgulama gücünü elde edemeyiz. Ve bu kuyuda kalarak, yaşananların bilinçli olarak sorgulanması ve var olan handikapların aşılması mümkün olamayacaktır.
Türkiye’de nüfusun yüzde 99’u müslümandır belirlemesinin gerçekleri yansıtmadığını bilmeyen yok. Öyle olsa bile, sunni islamın yararlandığı kadar kimse, devlet olanaklarından yararlanamıyor. Nüfusu 20-25 milyon civarında olan bir Alevi kitlemizin verdiği vergilerle beslenen Diyanet Kurumu’nun neyinden faydalanabiliyor Aleviler?. Türkiyedeki Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin başına gelen eziyetler ortada. Fakat Allahın kulu tek bir İslamcı’dan çıt yok. İslamcıların yaşadıkları Avrupa ülkelerindeki Hristiyan “zulmünden” dem vuran İslamcı yazarlar, konu Türkiye olunca kafalarını kuma gömüveriyorlar. İslam elden gidiyor diyerek Hristiyanlara karşı adeta savaş ilan ediyorlar. Peki nerede savunur göründükleri inanç özgürlüğü, kişilik hakları? Sonra, Türkiye’de hangi Hristiyan kesim İslamcılara şiddet boyutunda savaş açmış! Vay efendim bedava İncil dağıtılıyormuş! Sahi ne var bunda? Siz de insanlara okullarda -hem de zorla- Kuran okutturmuyor musunuz?
Bütün bu söylemlerin sonuçta terör üretmeye veshile olabileceğini düşünen yok! Önüne gelen televizyona çıkıp İslami şövelyeliğe soyunuyor Hristiyanlara sövülüp sayılıyor. Korku veriliyor. Fukara Hristiyanlara savunma hakkı bile tanınmıyor. Kendisinin sahip olduğu hakları, komşusuna tanımayan bir kişi ya da çevre hümaniter söylemlerinde ne kadar samimi ve inandırıcı olabilir?Bütün sorun, başkalarının haksızlığını bahane ederek, kendi baskı ve zulmümüz için onu bir araç olarak kullanmamızda yatıyor. Bu ikircikli tavırla, kişinin baskı ve zulme karşı olduğu yönündeki söylemi sahtedir. İnandırıcı değildir. Dinsizlerin de, Hristiyanların da, Alevilerin de ülkemizde yeri vardır, olmalıdır. Bunlara, sunni İslamın baskısından uzak; birarada ve kardeşçe yaşama şansı tanımayan kişilerin insancıl kesilmesi inandırıcı olamaz.
Televizyonlarda Ermenileri, Süryanileri, Alevileri özgürce bir konuşturalım; bakalım ne olacak! Varsın dinlerinin propagandasını yapsınlar. Varsın İslamı eleştirsinler. Hiç bir şey olmaz demeyin, aynı anda o televizyon binası İslamcılar ordusu tarafından ateşe verilir. Bugün teröre ve şiddete karşıyım diye söylev veren İslamcı yazar ve çevreler, o an öncülük yapan, nutuk atan “militan neferler” olarak alanda yerlerini mutlaka alacaklarını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Benzer tavır ve davranışları, bir dönemin sosyalist ya da komünist ülkelerinde de görmek mümkündür. Bu ülkelerde İslami azınlıklar ya da milli azınlıklar da aynı baskı ve şiddetin altında insani olmayan baskı ve zulüm altındaydılar.
(devam edecek)

Cevaplar:
Dersim Forum





<< Home

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?