DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Thursday, March 08, 2007

 

DERSIM ALANI

Bertal

Bugünkü Tunceli ili merkez olmak üzere, kuzeyde Erzincan ve Tercan, doğuda Bingöl´ün batı bölgeleri ve Varto, güneyde Elazığ Harput´a kadar olan bölge


Batıda Sivas´ın Zara ve kısmen Divriği ilçeleri ile Malatya´nın kuzeydoğu bölgelerini kapsayan Dersim coğrafyası, Paleolotik Dönem´den günümüze kadar çeşitli kültürlere ev sahipliği yaparken, kuşkusuz çok geniş bir kültür potansiyeli içinde, yaşayan kültürler ile egemen kültürlerin çatışması içinde, kendine özgü bir çeşitlilik yaratmıştır.
Günümüzde var olan ve kaybolmaya yatkın yerel inanışlar ve uygulamaları incelediğimizde, kimi zaman Hititler'in Haşşa adlı ocak tanrısına ulaşılırken, kimi zamanda Dersim aşiretlerinin XIII. Yüzyıl yerleşiminden önce var olan yerel inançlara ulaşılmaktadır. Bu çeşitliliğe bir de Dersimliler'in göç ettikleri ve göç yolları üzerinden taşıdıkları kimi motifleri de eklediğimizde, ortaya Hindu, Şamanist, Zerdüşt, Yezidi, Ehl-i Hak, Eski ve Yeni Ahit, Mezopotamya ve Antik Anadolu kökenli birçok motifin karışımından oluşan, yepyeni bir tablo çıkmaktadır. Mevcut durumuyla paganist özellikler taşıyan Dersim inancı yani mitolojisi ve pantheonu, uzun süreli bir kültürel deformasyonun yeni biçimi olarak incelendiğinde(ki biz bu çalışmada sadece panthoneona ait söyleneceklerdeki kimi motifleri inceleyeceğiz) hangi motifin bizi nerelere götürdüğünü/götürebildiğini görmeye çalışacağız.

Kuşkusuz bu çalışmanın gerçek sonuçları, uzun soluklu bir çalışmadır. Çalışmalar yoğunlaşıp kaynaklar arttıkça; olası sonuçlar, Dersim kimliği konusunda da önemli veriler oluşturacaktır.

KEMİKLERDEN DİRİLTME
Şıh Delil, uzun süreden beri yanında çalışmakta olduğu, Pilvenk (şimdiki Dedeağaç) Köyü'nün Ermeni keşişi Piro'dan, yaşadıkları köy ve yöre için pay ister. Karşılıklı restleşmeler sonunda Şıh Delil "ruhani" üstünlüğünü kabul ettirince; Piro, Şıh Delil'e kurbanlık bir koç gönderir. Kesilen koçun kemikleri, postuna geri doldurulup, Şıh Delil tarafından asa ile canlandırılır ki, bu nedenle Şıh Delil'e "koyun canlandıran" anlamında "Şıh Delili Berhecan" denilir. Dersim yöresinde anlatılan bu mitos, Pilvenk aşiretinin soy babası olarak kabul edilen Şıh Delili Berhecan'ın, Dersim mitolojisinin tanrıları kabul edilen diğer kişiliklerine karşı anlatılan, en önemli mitos durumundadır.

Dersim bölgesinde anlatılan bu olayın bir benzerini Hacı Bektaş'ın Velayetname'sinde de görmekteyiz. Hacı Bektaş, kendisi ve yoldaşları için kurban edilen kuzuları; kemik, baş ve ayakları ile birlikte postlarına koydurup, konulan bir odanın içinde dua ile diriltmektedir. Aynı şekilde Sultan Sucauddin Menkabesi'nde, Baba Mecnun adlı bir şeyh, Sultan Sucauddin'in yanına bir oğlak olarak gelir ve kesilip yenilir. Geriye kalan kemikler ve baş, postun içine konulunca oğlak dirilir. Baba Mecnun'da eski kılığına döner. Elazığ Tabanbükü (Şeyh Hasan) köyünde yaşamış olan Şeyh Ahmet ise, Sultan Alaattin ve askerlerini doyurmak için yakalanıp kesilen geyiklerin kemiklerini; derilerine koydurtup gülbank okuyarak, şimşekler ve ışıklar içinde yeniden diriltir. Şebinkarahisar yöresinden derlenen bir efsanede de, Yavuz Sultan Selim için kurban edilen dört koç, çobanları tarafından kemikleri derilerine doldurularak, dua ile diriltilmişlerdir ki son iki anlatımda da saklanan bir kemik yüzünden, dirilen hayvanlardan biri sakat kalmıştır.

Kuzu, koç, yada bir başka hayvanı ya da daha genellenmiş deyimle, öldürülmüş bir hayvanı kemiklerinden diriltme motifi, genel anlamda Şamanizm'den kaynaklanan bir motif olarak açıklanırken; bu inancın kaynağında, yeniden dirilişin kemikler sayesinde olacağı bulunmaktadır. Bir başka deyişle kemikler ilk duruma dönüşün yani yeniden dirilişin ya da doğumun çekirdeği olarak kabul edilir. İslam öncesi Türk ve Moğol inancında varlığı bilinen yeniden yaratılış inancı nedeniyle, kurban hayvanlarının kemiklerinin kırılmamaya çalışılması ve bunların genellikle gömülerek korunmaya çalışılması, kemiklerin kaybolması ya da kırılması durumunda hayvanın yeniden doğumunda sakat olacağına dair oluşan inanç; motif kaynağını merkezi Asya/Orta Asya'ya götürmekle birlikte, Hint kültür çevresinin etkileri de göz ardı edilmez.

İran merkezli Ehl-i Hak mitolojisine göre; Şah Fazıl, tamamen yiyeceksiz kalan arkadaşlarına, tek bir kemiğini bile kırmamaya dikkat ederek, "Kuzu Barra"yı keserek yemelerini söyler. Yemekten sonra asası ile toprağa vurarak "Kuzu Barra"yı diriltir. Bu olay bir çok defa tekrar edilir ve her defasında Barra yeniden diriltilir ki; Orta Asya Şaman ve Hint kökenli aziz ve yogilerin yarattığı bu motif, İran üzerinden Ortadoğu ve Anadolu'yu etkilemeye devam ederken; Hıristiyan mitolojisindeki Aziz Curcis'in, Hıristiyanlığa davet ettiği hükümdar tarafından öldürüldükten ve bir kuyuya atıldıktan sonra, bir yıldırım gürlemesi ile kemiklerinden dirilmesi ya da Kur'an da yüzyıl ölü kalıp dirilen kişinin eşeğinin kemiklerinden diriltildiğinin anlatılması, tek tanrılı dinlerde de benzeri motiflerin varlığını gösterir. Her ne kadar her iki olayda da canlanan/canlandırılan kuzu ya da koç değilse de, bu anlatımları kemiklerden diriltme başlığı altında değerlendirmemiz gerekir. Bu bağlamda yine Ehl-i Hak mitolojisindeki, Sultan Sahak'ın nehirden yakaladığı bir balığı, kırılmamış kılçığından diriltmesi mitosunu da atlamamak gerekir.

Sonuç olarak, kemiklerden diriltme motifinin kaynak ve kökenini Orta Asya, Hindistan ve Doğu İran üçgeninde ve özellikle de Şaman kültüründe aramak gerekir. Söz konusu motif, XIII. yüzyıl öncesinde Ortadoğu ve Balkanlar'a doğru yayılarak tek tanrılı dinlerin mitolojisini etkilemiş olsa da, Anadolu'daki tarikat ve yerel mitolojilere ulaşması XIII. yüzyılda artarak yoğunlaşan Moğol baskıları sonrasında Anadolu'ya doğru ilerlemeye başlayan kalenderi ve gezgin dervişler ile, kimi yerel aşiret soy babaları tarafından gerçekleştirilmiştir. Motifin yerel söylenceler ile velayetnameler ya da menakıbnamelerde çok az oranda temsil edilmesi, çok popüler bir mitos olmadığı şeklinde açıklanabilir.

YÜRÜYEN DUVAR VE VAHŞİ HAYVANLARA HÜKMETME
Seyyid Mahmud Hayrani, Baba Mansur'u ziyarete gittiğinde bir aslana binerek bir yılanı elinde kamçı yapar. Buna karşılık Baba Mansur, yapmakta olduğu duvarı "yürü" emri ile yürütüp, vahşi hayvanlara hükmederek gelen Seyyid Mahmud Hayrani/Kureş'i karşılamıştır. İki yerel tanrısal kişiliğin karşılaştığı ve üstünlük sağlamaya yönelik eylemlerin anlatıldığı bu mitosun, Anadolu'daki benzer örneğini sadece Hacı Bektaş Veli Velayetname'si ile Elvan Çelebi'nin Menakıbu'l Kudsiyye'sinde ve Saltukname'de görebilmekteyiz.

Velayetname'de vahşi hayvanlara hükmederek gelen kahraman, dönemi içinde daha çok Mevlevilik ve Rıfailikle ilişkilendirilen Seyyid Mahmud Hayrani'dir. Hayrani, bu defa Hacı Bektaş Veli'yi ziyarete gider ve yine Dersim varyantında olduğu gibi, Hacı Bektaş'ın oturduğu kayayı "yürü"emriyle yürütmesi ile karşılanır. Menakıbu'l Kudsiyye'de ise, aslana binip yılanı kamçı yapan Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rıfai, bindiği duvarı yürüterek onu karşılayan Dede Garkın'dır. Saltukname'de ise, Karaca Ahmed Sultan'ın Hacı Bektaş'a karşı aslana binip yılanı da kamçı yaparak gittiği ve Hacı Bektaş'ın onu duvar yürüterek karşıladığı anlatılır. Bu anlatımın bir ifadesi olarak İstanbul'daki Karaca Ahmed Sultan Türbesi'nde "Yürüten cansız duvarı Hacı Bektaş Veli/Bindin aslana Gazanfer Karaca Ahmed Veli" mısrası yer almaktadır.

Yazılı bu üç kaynak dışında, iki veli/evliya ya da tanrısal kişiliklerin birbirine meydan okuması, temsil ettiği otoriteyi/inanç kimliğini öne çıkarma ve üstün kılma mücadelesi olarak da değerlendirebileceğimiz motifin kahramanları, zaman zaman vahşi hayvan sürücüsü olarak Ahmet Rıfai, Ahmed Bedevi veya Hacı Bayram olabilmektedir.

Motif, Hint kökenli olarak kabul edilip, batıya doğru gelişi kalender tarzı gezgin dervişlere yüklense de, Anadolu uygulaması için daha çok İran merkezli Ehl-i Hak inanışındaki söylencelere bakmak gerekir. Pir Mikail'in, aslana binip yılanı kamçı yaparak Sultan Sahak'ı cezalandırmaya gitmesi üzerine; Sultan Sahak'ın, yoldaşı Davud'a örnekte olduğu duvara binerek Pir Mikail'i karşılamasını istemesi, Davud'un da bindiği duvarı yürüterek Pir Mikail'i karşılaması mitosu, Sultan Sahak'ın bir görüntüsü olarak kabul edilen Hacı Bektaş tarafından ya da Ehl-i Hak ile Dersim Aleviliği arasındaki kurulabilen ilişkiler nedeniyle, Dersim'de anlatılması doğal görülmelidir.

Benzer motifin; Pakistan'da, kaplana binmiş Şah Madar Sahib'in elinde kamçı olarak kullandığı yılan ile birlikte, bir başka azize karşı yürümesi ya da iki Hintli müslüman aziz, Seyyid Tajuddin Şersavar ve Şeyh Kutbuddin Mannavar Hansoi'nin aynı şekilde karşılaşmaları; motifin kaynağını İran Horasan'ı, Pakistan ve Hindistan çizgisi üzerine götürür. Bu durumda motifin Hindistan üzerinden gezgin dervişlerce Pakistan ve İran bölgelerine yayıldığı, devamında ise Moğol baskılarından kaçarak Anadolu'ya gelen dervişlerce, Anadolu'da yaygınlaştırıldığını ve daha çok Alevi/Bektaşi mitolojisinde Antik Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinin etkisini yadırgamamakla ve hatta kabul etmekle birlikte, söz konusu motif kökeninin Mısır, Hindistan, Anadolu vb. kökenli kültürlerdeki "güneş tanrı" kültüne yapılan göndermeler, bu aşamada zorlamadan öteye gidememektedir. Ancak, M.Ö. 6. binde leopara binen Çatalhöyük ana tanrıça figürlerinden itibaren, Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinde (Sümer, Elam, Babil, Urartu, Hitit, Frig vb.) tanrıların aslan ya da bir başka vahşi hayvan üzerindeki tahtta oturmaları veya direkt olarak bu hayvanlar üzerinde tasvir edilmeleri, Geç Hitit'te ana tanrıça Kubaba ile birlikte ve devamında önce Kybele, ardından Meryem Ana ile birlikte devam eden vahşi hayvanlara (özellikle aslanlara) hükmetme ya da onlarla dostluk kurma motifi, artık tanrılarla birlikte tanrısal kişiliklere de yüklenmeye başlanmış ve İsa'nın zaman zaman aslanlı tahtta oturması (Roma geleneği olarak kabul edilir), Daniel (Danyal) peygamberin aslanlı arenaya atıldığında, aslanlarla dostluk kurması, süreç içinde Hacı Bektaş Veli'nin aslan ve geyik gibi evcil olmayan hayvanlarla olan dostluk motifine de kaynak olabilmiştir. Her ne kadar Antik Anadolu kökenli bu uygulamalar, vahşi hayvanlara hükmetme motifi içinde görünse de, bir bir uygulama olarak aslana binip yılanı kamçı yapma ve buna karşılık duvar ya da kaya vb.cansız bir nesne yürütülerek karşılık verilmesi motifinin uygulamalarını; Horasan, Pakistan, Afganistan ve Hindistan çizgisinde bulabilmekteyiz. Bununla birlikte, motif kökeni olarak Eski Türk inancındaki karanlıklar tanrısı Erlikhan'ın kara bir ata binerek yılanı kamçı yapması, Eski Mısır'da kahinlerin Firavunların önüne aslana binip yılanı kamçı yaparak çıktıklarına dair görüşler de bulunmaktadır.

İki evliya, aziz ya da tanrısal kişilikler arasında bir yarışma ve egemenlik kurma savaşımının ürünü olan bu türden söylencelerin yanında; herhangi bir yarışma ve karşılaşma olmadan gelişen benzer motiflere rastlamak olasıdır. Dersim anlatımında Seyyid Mahmud Hayrani'nin, kendisine odun getiren Seyyid Kalman ve Kalü Ferat'ı duvar yürüterek karşılaması ya da Şıh Hüsamettin Aseli'nin, sefer durumundaki padişahı oturduğu dalı yürüterek karşılamasında olduğu gibi; XIV. Yüzyılda yaşamış Penjab'lı sufi kalender Abu Ali'nin bir duvarı at gibi yürütmesi, Delhi'li Şeyh Lokman'ın, şeriat kurallarına uymadığını söylemeye gelenleri oturduğu duvarı yürüterek karşılaması, Hatay'lı Beyazıd-ı Bestami'nin aslana binip yılanı kamçı yapması, Sih dini kurucusu Guru Nanak'a karşı sidhalardan birinin duvar yürütmesi ile; Tibet Budizmi, Sih efsaneleri ve Hindu Budist geleneklerinin önemli unsurlarından olan "Seksendört Sidha" efsanesinin birinde, Kral Dambipa'nın karısıyla birlikte dişi bir kaplana binerek, zehirli bir yılanı kamçı olarak kullanması anlatımlarını inceleme alanı içine almak gerekir.

Ayrıca, bugün Paris Milli Kütüphanesi'nde bulunan, 1288 tarihli Kitab-ı dakaik al-hakaik adlı minyatürlü yazmada yer alan bir minyatürde, bir figür (sultan/melik) elinde bir yılan ve taç tutmuş şekilde aslana binerken tasvir edilmiştir. İstanbul Arkeoloji Müze'sinde bulunan 1209 tarihli bir Artuklu sikkesinde yılan/ejder kuyruklu bir aslana binen figür, Yunan ve Roma mitolojisinin tanrılarından, leopar üzerindeki Dionysos ile ilişkilendirilip, Antik Anadolu kültürü ile bağlantı kurulur. Benzer bir diğer sikke ise, Malatya Müzesi'nde görülmektedir. Artuklu Dönemi'ne tarihlendirilen bu sikkede, aslana binmiş bir figür görülürken, her iki Artuklu sikkesinde aslan üzerinde yer alan figürün elinde bir nesne tuttuğu izlenimi bulunmaktadır. Ancak, tuttuğu varsayılan bu nesnenin bir kılıç mı, bir asa mı, bir yılan mı yoksa başka bir şey mi olduğu, net olarak belli değildir. Ayrıca XVII. Yüzyılda yapılmış olan ve bugün Londra'daki Nasser D. Halil İslam Sanatı Kolleksiyonu'nda bulunan "Halili Falnamesi" isimli minyatürlü bir başka yazmada da, 1049-1141 yılları arasında Horasan bölgesinde yaşamış olan, Ahmed-i Jam adlı sufi bir dervişin, aslana binerek bir yılanı kamçı olarak kullanıp, bir diğer yılanı da dizgin olarak kullandığı tasvir edilmiştir.

Bütün bu bilgiler, XIII. yüzyıl başlarında bu motifin Anadolu'da bilindiğini ve çok popüler olmasa da, özellikle sikke örneklerinde olduğu gibi egemenlik sembolü ve erk gösterisi olarak kullanıldığını göstermektedir. Olasılıkla, Artuklu sikkelerinde kullanılan bu motif, yine Artuklu sikkelerinde örneğini gördüğümüz ve yerel inanışlarda büyük etkisi bulunan St. George'un at üzerinde ejderhayı öldürmesi motifinde olduğu gibi, müslim ya da gayrımüslim toplulukların yerel inanışlarından kaynaklanmıştır.
Benzer bu veriler ile birlikte, aslana binerek vahşi hayvanlara hükmetme ya da ilişkili olan benzer motiflerin, XIII. yüzyıl öncesinde Anadolu'da bilindiğini ve kullanıldığını, XIII. yüzyıl başlarında Moğol baskısından kaçarak Anadolu'ya gelen gezgin dervişler ve yine aynı nedenle Anadolu'ya göçe zorlanan kimi tarikat ya da aşiret soy babalarının taşıdığı, aynı nitelikteki motiflerle desteklenerek güçlendirildiğini ve yaygınlaştırılarak popülerize edildiğini düşünmek gerekir.

BİTMEYEN YİYECEKLER
Dersim bölgesindeki Üryan (Sultan) Hıdır, Şıh Hüsametti Aseli ve Seyyid Gabani efsanelerinin ortak bir motifi olarak; misafirlere (genelde yöreye gelen sultan ve askerlerine) ikram edilen bir kap yemeğin (ki genellikle bıskaşiri/gömme olarak kabul edilir), tüm misafirler ya da askerler doyduğunda hala bitmediği anlatılır. Dersim mitolojisinin çok bilinen bu motifini, Hacı Bektaş'ın Velayetname'sinde bitmeyen hamur motifi olarak görürken, Anadolu ve Balkanlar'a uzanan bölgede pek çok noktada, aynı motife rastlanmaktadır.

Antalya'nın Elmalı İlçesi, Tekke Köyü'nde türbesi bulunan Abdal Musa Velayetnamesi'nde, Abdal Musa'nın denizden gemi ile gelen askerlere, Tokat'ın Zile İlçesi, Kepez Köyü'nde türbesi bulunan Şeyh Ahmet'in, savaşa giden padişah ve yanındakilere (askerlerine), Seyyid Ali Sultan'ın Trakya Bölgesi varyantında, Seyyid Ali Sultan'ın, Edirne Paşası ve askerlerine, Bulgaristan'da yaygın Muhyiddin Baba inancında, Muhyiddin Baba'nın üç ayrı köy halkına; Şeyh Hasan Onar'ın, Sultan Alaaddin ve askerlerine sunduğu yemek, herkesin doymasına karşın bitmez. Motifin bildiğimiz ve bilmediğimiz yaygınlığı, kolay sahiplenildiğini ve popüler olduğunu göstermektedir.

Bitmeyen yiyecek motifinin kaynağı, mevcut bilgi ve kaynaklar ışığında İncil'e ve bu nedenle de Hıristiyan inancına bağlanırken; İncil'de Hz. İsa'nın, kendisi ve açıkmış olan havarilerine bitmeyen ekmek ve balık sunmaktadır. Benzer motif Kuran'da geçmese de, kimi hadis kitaplarında Hz. Muhammed'in Ebu Talha'nın evinde, bir ekmekle toplanan cemaati doyurduğu anlatılır. Aynı şekilde, Hacım Sultan Velayetnamesi'nde Hacım Sultan'ın Horasan'dan gelirken Ahmet Yesevi'den aldığı sofranın, kırk yıl boyunca bir ağaçta asılı kalması ve gelip geçen yolcuların sofradan yemelerine karşın, sofradaki yiyeceklerin bitmemesi ve Eflaki'de Mevlana'nın bir tepsi helva ile yüzlerce kişiyi doyurduğunun anlatılması; bu motifin, Hıristiyan kültüründen entegre edilerek özellikle de Alevi/bektaşiler arasında yaygınlaştığını göstermektedir. Bu yaygınlaşma zaman zaman evliya ya da tanrısal kişilikler sınırını aşarak, bir çok yerel baba/abdal gibi kişiliklere ilişkin söylencelere ve kimi Anadolu masallarına da girmiştir.

ATEŞTE, KAZANDA YA DA FIRINDA DENEME
Dersim efsanelerinin sevilen motiflerinden birisi de ateşte, kazanda ya da fırında denenme motifidir. Dersim mitolojisinin kahramanlarından Ağuçan, yollarına çıktığı Tatarlar (bize göre Moğollar) tarafından hem ateşte hem kazanda; Kureyş, Derviş Güler (ya da Beyaz) ile birlikte Bağın kale komutanı tarafından fırında; Hasan Halife ise, Pertek kale komutanı tarafından fırında denenirler.
Ateşte deneme motifi, Dersim'de olduğu kadar, Alevi/Bektaşi menakıbnamelerininde sık sık kullanılan bir motifidir. Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi'nde, Hacı Bektaş'ın halifelerinden Karadonlu Can Baba Tatarlar tarafından kaynar kazan ve odun ateşinde denenir. Üç gün yanan ateşten sağ çıkan Karadonlu Can Baba gibi; Kolu Açık Hacim Sultan Velayetnamesi'nde, Hacim Sultan'ın yoldaşlarından Burhan Abdal, yanan fırında denenir ve bu denemeden sağ olarak kurtulur. Menakıbu'l Kudsiyye'de, Selçuklu kadısı Köre Kadı'nın isteği ve tahrikleri üzerine, Baba İlyas'ın müridlerinden Oban, odun ateşinde denenir ki, aynı menakıbnamede Baba İlyas'ın zaviyesine yapılan kundaklamada, henüz beşikte olan Muhlis Paşa'nın üç gün ateşte kalmasına karşın ölmediği anlatılır. Abdal Musa Velayetnamesi'nde, Teke Beyi'nine yaktırdığı ateşe giren Abdal Musa ve yoldaşları yanmadıkları gibi, bastıkları her yeri çime çevirirler. Hatay evliyalarından Beyazıd Bestami ise, kendisini denemek isteyen Hıristiyanlar'a karşı, çocuğunu kireç ocağına sokar ve sonra elini sokup sağ olarak çıkarır.

Alevilik ve Bektaşilik söylencelerinin çok sevilen ve popüler olan bu motifi, Kuranı Kerim'de Hz İbrahim'in Nemrut'un yaktırdığı ateşte yanması ve Hıristiyan azizlerinden Curcis, Aya Yorgi ya da St Georges'in Musul hükümdarınca ateşe atılması anlatımlarında da görsek, motifin asıl kaynağı olarak Şaman inançlarına kadar gitmek gerekir. Şamanların ateşe karşı kendini duyarsız duruma getirmesi ve ateş üzerinde yürümesi, ateşte kızarmış demirin acı duyulmadan ele alınabilmesi gibi denemeler, yani ateşe hükmetme davranışı, şamanlığın gerekliliğidir. Hint sufilerinin de benzer denemeleri yapması, bölge etkileşimi olarak düşünülürken; Hive kentinde türbesi bulunan Alev Hoca'nın, ateşe atılarak denenmiş olması, motifin şaman kökenli olabileceği görüşünü destekler. Ancak, Hint sufileri ile, İran merkezli Zerdüş inancındaki ateş kutsallığını ve ateş tapınakların da düşündüğümüzde, ortaya İran, Orta Asya ve Hindistan üçgeni ve bu alan içindeki inanç biçimleri çıkar.
Hemen tüm varyantlarında merkezi otoriteyi temsil edenlerce, zorlama sonucu yapılan bu eylemler, otorite ile inanç arasındaki mücadeleyi simgeler. Aslında burada denenen söylencedeki kişi değil, kişinin temsil ettiği inancın kendisidir. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde, önceden bilinen ve Anadolu'ya taşınan eylem biçimi, gerek islamiyet ve gerekse Hıristiyan inanışlarındaki ateşte deneme motifi ile desteklenerek ve şekil değiştirerek, bugünkü şeklini almış olmalıdır. Motifin Anadolu'ya aktarımı ise, kemiklerden diriltme ve duvar yürütme motiflerinde olduğu gibi, gezgin dervişlerce yapılmış olmalıdır. A.Y. Ocak, motif kaynağını şamanlığa bağlarken, 1258'den sonra Moğol Sultanı Hülagu'nun Bağdat'ı almasından sonra, Rıfai dervişlerince Anadolu'ya taşınmış olacağını belirtir.

ASA İLE SU ÇIKARMA
Bugünkü Pertek ilçesi Pınarlar (Paşavenk) nahiyesi, Koçpınar Köyü'nde ziyareti bulunan Hasan Halife'nin, döneminde suyu olmayan bu köy için, asasıyla yere vurarak su çıkarması mitosu; Dersim mitolojisinin saptayabildiğimiz asa ile su çıkarma motifinin tek örneğidir.

Dersim'de popüler olmayan su çıkarma motifi, Anadolu'nun birçok yerinde çok yaygın bir eylem tarzıdır. Hacı Bektaş Veli'nin, Lokman Parende'nin, Horasan erenleriyle toplandığı okulda kaynak suyu çıkarması (ki Hacı Bektaş, bu eylemini daha sonra birkaç defa daha tekrarlamıştır); Seyyid Ali Sultan'ın (Kızıl Deli), Trakya varyantında bir tekke yakınında su çıkarması; Hacim Sultan'ın, susuz kalan bir köyü suya kavuşturması ve bir kayadan eliyle su çıkarması, Abdal Musa'nın, misafir olduğu bir evde su bulamaması üzerine, yumruğunu yere vurarak su çıkarması, Sarı Saltuk'un, ejderha ille savaştan sonra elleriyle toprağı kazarak su çıkarması, Seyyid Ali Sultan'ın, asası ile su çıkarması ile birlikte, Tokat'taki Çeltek Baba denilen Şeyh Mahmut Emircidoğan'ın, Çeltek Köyü'nde asa ile su çıkarması, Şeyh Hasan'ın, Onar köyünde tekme ile vurduğu kayadan su çıkarması; Yıldırım Bayazıd'ın damadı Emir Sultan'ın, bir savaş sırasında gaziler abdest alsın diye mızrağı ile su çıkarması; Seyyid Rüstem Gazi'nin, tekkesinin yakınındaki değirmen için asasıyla su çıkarması eylemleri, motifin yaygınlığını gösterir.

Su çıkarma motifinin, birçok kültürdeki su kültü ile olan ilişkilerini bir yana koyarsak, zor durumda kalanlar için ya da susuz kalan bir köy için, herhangi bir şekilde su çıkarılması ile ilgili ilk bilgileri, Kitabı Mukaddes'te Filistinliler ile savaşan Samson'un susuzluk nedeniyle zor durumdayken yerden, Kuran'da Eyüp Peygamberin hastalığı sırasında ayağı ile vurduğu yerden su çıkarması ile, Sina Çölü'nde susuz kalan İsrailoğulları için, Hz. Musa'nın asası ile taştan su çıkarması mitosları şeklinde bulmaktayız. Ayrıca Kuran'da geçmese de, Hz. Muhammed'in bir savaş sırasında elindeki oku yere saplayarak su çıkardığının anlatılması, motif kaynağını kutsal kitaplara götürür. Ancak, gerek Mezopotamya ve gerekse Antik Anadolu kültürlerindeki su kültünün verileri, aşiretlerin geldiği ve geçiş yollarında öğrendikleri motifleri, yerleştikleri coğrafyadaki motiflerle senkretize ettiklerini de unutmamak gerekir.

HIRKA İLE SUYU GEÇME
Hırkası üstünde Murat Nehri'ni geçerek Pertek'e gelen Hasan Halife dışında, Dersim bölgesinde Sarı Saltuk'a ilişkin yapılan aktarımlara şüphe ile bakmaktayız. Sarı Saltuk söylencesinin özgün varyantını derleyemediğimiz gibi, mevcut anlatımlar Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi ile özdeştir. Bu nedenle Sarı Saltuk'un, denizi seccade/hırka ile geçme olayı bir yana, Hasan Halife'nin Murat Nehri'ni hırka ile geçmesi, bu anlamda saptayabildiğimiz tek hırka ile suyu geçme motif örneğidir.

Hacı Bektaş'ın, Kızılırmak'ı seccadesi üzerinde geçmesi; Sarı Saltuk'un, seccade üzerinde Karadeniz'de bir çok yeri dolaşması; Menakıbu'l Kudsiyye'de, Baba İlyas müridlerinin, atıldıkları denizin üstünde oturması ya da yürümesi ve Otman Baba Vilayetnamesi'nde, Otman Baba'nın bir defa deniz bir defa göl ve bir defa da ırmak üzerinde yürüyüp karşıya geçmesi, su üstünde mucizevi geçiş motifinin popülaritesinin yaygınlığını göstermektedir.

Motifin sadece İncil'de görülmesi ve bu anlatımda Hz İsa'nın havarileri ile birlikte takip edildiğinde, havarilerini kayıkla gönderdikten sonra, kendisinin denizi yürüyerek geçmesi, motif kaynağını Hıristiyan kültürüne götürür.

MEKAN DEĞİŞTİRME
Dersim'deki yerel inanışlarda, Hızır'ın her an ve her yerde olabileceği, bir mekandan bir başka mekana, zaman kavramı olmaksızın ulaşabileceğine dair oluşan inanç geleneği ve zaman zaman gördükleri kimi ak sakallı ihtiyarların sürekli olarak yollarına çıktığına, yani mekan değiştirdiklerine dair aktarılan anlatımlar ile ilgili en belirgin efsane, Çoban Munzur'un ağası için hacca sıcak helva götürmesidir. Munzur, ağasının hanımından aldığı sıcak helvayı soğutmadan, hacda bulunan ağasına sunarken, mucizevi bir şekilde mekan değişikliği yapar. Munzur kadar bilinmese de, Düzgün Baba'ya ait bir varyantta; Düzgün, çok uzaklarda bulunan amcasına sıcak roneni götürürken yine mucizevi mekan değişikliğini yapar.

Hacı Bektaş Velayetnamesi'nde; Hacı Bektaş'ın, hacda bulunan Lokman-ı Perende'ye, Munzur söylencesinde olduğu gibi, Lokman'ın karısından aldığı sıcak pişiyi soğumadan iletmesi; Anadolu'nun çeşitli yörelerinde, Muhyiddin Abdal'ın hacda bulunan ağasına sıcak helva götümesi ya da Mustafa Şevki Paşa'nın bir çobanının, paşa hacda iken ona sıcak içli köfte götürmesi, Anonim bir Erzurum efsanesinde bir evin uşağının, hacda bulunan efendisine sıcak helva götürmesi, mekan değiştirip uzaklarda bulunan (genelde hac görevinde) bir kişiye yeni pişirilmiş bir yiyeceğin soğumadan götürülmesi motifinin, sevilen bir motif olarak sadece söylencelerde değil, çeşitli masallarda da kullanılmıştır.

Kaynak olarak herhangi bir kültüre götürmek mümkün görünmese de, daha çok sihir/büyü gibi güçlerin ve mistitizmin etkin olduğu, kuş donlarına girilerek uzak yerlere ulaşılabildiği inancının bulunduğu, şaman ve uzakdoğu kültürünün etkinlerini düşünmek gerekir.

KURU AĞACI/ASAYI YEŞERTME
Dersim mitolojisinde, Şah Haydar'da denilen Düzgün Baba ve Derviş Cemal, kış gününde kuru ağaç dallarına asaları yada tarikleri ile dokunarak, onları yeşillendirmekte ve hayvanlarını beslemektedir. Kureyş efsanesinde ise, yere dikilen asa yerine iki ağaç yetişir.

Hacı Bektaş Rum ülkesine (Anadolu) gönderilirken, kendisi için ocaktan alınıp atılan odunun, Hak Ahmet Sultan tarafından tutulup, bugünkü Hacı Bektaş tekkesi önüne dikilip yeşermesi; Hacim Sultan'ın, yere diktiği asanın yeşermesi; yine Hacı Bektaş'ın, Ahi Evran'ın isteği üzerine asasını dikip kavak ağacı olarak yeşertmesi; Seyyid Ali Sultan'ın, attığı bir oku alarak yeşertmesi; Seyyid Rüstem Gazi'nin, misafir olduğu bir yerde hatıra olsun diye ağaçtan yapılma bir şişi yere dikerek yeşertmesi; kuru ağacı yeşertme motifinin görülebilen belli başlı benzer örnekleri iken, Bayezid-i Bestami'nin müridi olan bir çoban'ın, asmadan dal alıp ikiye kırarak, dikilen çubuklardan iki ayrı üzüm elde etmesi, Dersim mitolojisinde pantheonda yer almasa da, yerel bir inanış olarak Mazgirt'teki Çoban Baba Türbesi söylencesindeki türbe önünde bırakılan asanın yeşermesi olaylarındaki gibi, yeşeren ağaç-çoban ilişkisini anımsatır.

Motif kaynağı konusundaki tek öneri, Aziz Curcis'in bir deneme sırasında ağaçtan yapılmış mobilyayı yeşertmesi olayından dolayı, Hıristiyan inancı ile ilgili olsa da, Şamanist kökenli "ağaç kültü" ve Mezopotamya kökenli "hayat ağacı/kutsal ağaç" motifini bir yana atmamak gerekir. Kuru ağacın yeşerip yaşam bulması ile hayat ağacı kültürünü, yeniden yaşama dönme bağlamında yanyana koymak gerekir.

DİĞERLERİ

Başlı başına bir motif olsa da, irdeleme açısından kaynakların yetersiz kaldığı ya da nüans olarak daha önce irdelediğimiz motiflere yakın olan bu sınıflamada; oturdukça dolmayan kilim, yenildikçe bitmeyen ot/arpa, zehirle denenme ve bu denemeden kurtulma ile, kış vakti meyve toplama motifleri sayılabilir. Bitmeyen/dolmayan başlıklı motifler, bu bağlamda bitmeyen yemek motifi ile birlikte, sunulan bir şeyin bitmemesi/dolmaması/herkeese yetmesi şeklinde değerlendirilebilinir. Aynı şekilde, zehirle denenme motifi, ateşte, kazanda ya da fırın gibi ortamlarda denenme motifi ile birlikte, kahramanın herhangi bir şekilde denenmesi; tastan dökülen süt damlacıklarının su kaynağı oluşturması, çeşitli yol ve araçlarla su çıkarma olarak ele alınabilir. Kış vakti meyve toplama motifi ayrıcalıklı olsa da, irdeleme açısından kaynak yetersizliğinden değerlendirme dışında tutulmuştur. Ancak, Hacı Bektaş ve Abdal Musa gibi velayetnamelerindeki meyve vermeyen ya da kuru ağaçtan meyve toplama motifleri, paralellik anlamında ilişkilendirilebilinir.

Ele aldığımız bu motiflerden dolmayan kilim ile bitmeyen arpa/ot motifi, Şıh Hüsamettin Aseli, Seyyid Gabani ve Sultan Hıdır efsanelerinde, misafirlere sunulan bitmeyen yiyeceklerle birlikte anlatılır. Zehirle denenme motifi ise, sadece Ağuçan efsanesinde görünür ki, etimolojik olarak Ağuçan isminin "ağu içen" yani "zehir içen" şeklindeki çözümlenmesi, bu denemenin efsane ve kahraman isminin asıl motifi olması gerekir. Oysa bugünkü anlatımlarda bu deneme, kahramanın diğer keraetleri olan ateşte ve kazanda denenmesinden sonraya atılmıştır. Bu durumda kahramanın ateşte ve kazanda denenmesini Hacı Bektaş Velayetnamesi'ndeki Karadonlu Can Baba'dan ihraç olarak düşünmek gerekir. Kış mevsiminde meyve toplama motifi ise, sadece kureyş söylencesinde görülür. Bu anlatımda kureyş, kale komutanına kış mevsiminde içinde üzüm ve karpuz bulunan bir hediye sepeti göndermiştir. Süt damlacıklarının su kaynağı oluşturması ise, Munzur efsanesinin finalidir.

KISA BİR DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Yaptığımız değerlendimede Dersim efsaneleri (sadece Pantheona ilişkin) içinde 35 motif saptanmış olup, bunlar 14 efsane içinde 73 defa tekrarlanmaktadır. Çalışmamız içinde irdelemeye çalıştığımız 9 motifin toplam içinde tekrarlanma sayısı 15 olup, bu rakam yaklaşık olarak %20'ye karşılık gelmektedir. Motifler tek tek sıraladığımızda; tüm motifler içinde kemiklerden diriltme 1 adet ile %1.36, bindiği dal ya da duvarı yürütme 3 adet ile %4.10, vahşi hayvanlara hükmetme 1 adet ile %1.36 ile, bitmeyen yiyecek 3 adet ile % 4.10, ateşte denenme 3 adet ile %4.10, asa ile su çıkarma 1 adet ile %1.36, asa ile su çıkartma 1 adet ile %1.36, hırka ile su geçme (ki Sarı Saltuk dahil) 2 adet ile %2.73, mekan değiştirme 1 adet ile (Düzgün varyantı hariç) %1.36, kuru ağacı/asayı yeşertme 2 adet ile %2.73 oranında temsil edilmektedirler.

Dersim mitolojisi ve pantheonundaki kimi motiflere baktığımızda, bunlardan bir bölümünün Orta Asya Şaman, bir bölümünün Hint ve Horasan kaynaklı olması, yoğunluğu Horasan, Orta Asya ve Hindistan arasındaki üçgene götürür. Bununla birlikte Kutsal kitaplara dayanan kimi motifler, dinler ve kültürler arası etkileşimi gösterir. Ağırlık olarak Dersim Alevi Kürt ve Zaza mitolojisindeki ana temaların; Doğu İran, Hindistan ve Orta Asya üçgeninde şaman yada Hint aziz ve yogilerinin yarattığı mitoslar olarak, kalenderiler ya da kimi gezgin dervişlerce bölgede yayıldığı ve XII. yüzyılda yoğunlaşan Moğol baskıları üzerine batıya ve Anadolu'ya doğru yayıldığı düşünülmektedir. Anadolu'ya gelen kitleler ve gezgin dervişlerce popülerize edilen bu motifler, çeşitli tarikatlar ya da aşiret evliyalarınca kendi kimliklerine entegre edilerek, bir üstünlük ya da güç gösterisi olarak çevreye sunulmuştur. Yeni yerleşilen çevrede elde edilmeye çalışılan bu güç, kimi zaman yerel halkı yandaş yapma girişimleri yani misyonerlik ile birleşince, yerel halka ait söylenceler de bu entegrasyon sürecinin içine çekilmiştir. Nitekim, gerek Dersim gerekse Dersim dışı menkıbe ve kimi efsanelerdeki İncil ya da Tevrat kaynaklı motifler, bu sürecin bir ürünüdür.

Özellikle, dinlerin yayılışında kullanılan yöntem olarak, yerleşilen manastırlar çevresinde geliştirilen ve Budist ya da Hıristiyan halkın islamlaştırılması için uygun koşulların oluşturulması açısından, sıkça kullanılan bu yöntemde, alışkanlıkların ve inanışların kolaylıkla değiştirilmesi sağlanıyordu. Özellikle İran bölgesinde Kalenderilik ve Rıfailik gibi tarikat ileri gelenlerin Anadolu'ya yerleşmesi ve yerli halkla ilişkilerinde, hoşgörülü davranışlar ile birlikte İsa ya da azizlerine gösterilen saygı ve onlara ait menkıbelerin değiştirilerek kullanılması beraberlerinde getirdikleri diğer motiflerle birlikte kullanılarak, yerli halkın hiçte yabancısı olmadıkları ancak, kimlikleri farklı yeni efsane kahramanları ve mucizevi yaşamları ile, İslamiyet'e geçişi yumuşatıp kolaylaştırıyorlardı. Aynı koşul ve uygulamalar, Dersim özelinde de geçerlidir.

XII. yüzyıl sonlarında ya da XIII. yüzyıl başlarında İran Horasan'ı taraflarından Dersim'e doğru yola çıkan kimi tanrısal kişilikler/evliyalar, geldikleri bölgeden bildikleri Ehl-i Hak inancındaki uygulamaları ve inanışları beraberlerinde taşırlarken, yerleştikleri Dersim bölgesindeki yerel halk inanışlarını da, kendi mitosları ile entegre edip kullanmışlardır. Özellikle bölgedeki coğrafi oluşumları açıklayan kimi efsaneler, bölgeye yerleşildikten sonra yaratılmıştır. Zaman içinde, yaratılan tanrısal kişilikler, kendilerinin de inandıkları kahramanlar durumuna gelmiş ve bu sayede sağlanan güç ile, bu defa dede soylu/ocak sahibi kimi aşiretler, kendi aralarında gövde gösterisine girmiş ve bu süreçte bilinen kimi motifler yeni şekil ve formasyonlara girerek, aşiret mitosları olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler kimi zaman aşiretlerin kendi kahramanları/tanrıları çevresinde olağanüstü güçler şekline girerken, kimi zaman iki aşiret tanrısı/kahramanı arasındaki savaş ve güç gösterisine dönmüştür. Baba Mansur ve Kureyş (Seyyid Mahmud Hayrani) arasındaki aslan ve yılana hükmetme karşısında, duvar yürütülerek verilen karşılık, bu türden bir erk savaşımı ve gösterisinin ürünüdür. Kişiler arası mücadelenin dışında kalan, tek kişilikli gövde gösterileri yani kerametler ise, diğer aşiretlere mesaj verirken, aynı zamanda yerel halkın sahip olduğu inanç sistemine de bir meydan okuma, kendi yandaşlarına moral güç kazandırmadır. Şıh Delili Berhecan ile Ermeni keşiş Piro arasına geçen olaylar, bu konuda iki ayrı inanç arasında güç gösterisi olurken; Hızır mitosu ya da Sarı Saltuk'un ejderhayı öldürmesi gibi motifler, St George örneğinde olduğu gibi Hıristiyan azizlerine ve bu nedenle de Hıristiyanlığa karşı bir meydan okumadır. Aynı zamanda, yaratılan benzer unsurlar ile, yerli halkın ve özellikle de yerli Ermeniler'in Kızılbaş/Aleviliğe geçişini de kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.
XIII. yüzyılda yoğunlaşan bu çatışmalarda; gerek Şii, gerek Bektaşi propogandalarına karşı koymak için, en az Hacı Bektaş ve halifeleri kadar güçlü ve keramet sahibi olarak sunulan bu tanrısal kişilikler, aynı zamanda Alaaddin Keykubad'dan itibaren başlayan merkezi otorite saldırılarına karşı, yerel otoriteyi koruyabilmek için sultanlar/padişahlar karşısında yapılan çeşitli kerametlerle, kendilerini güncelleştirmişlerdir. Sultanlara/padişahlara sunulan bitmeyen yiyecekler ve kilim motiflerinin, söylenceler içine girme nedeni de bu kaygı olmalıdır. Aynı söylencelerde sultanın yöreyi bağışlaması ise, toprak mülkiyetini ispatlama ve sahiplenmeyi sözde dönemin yasal zeminine oturtma kaygısının ürünüdür.

İrdelenen motifler nedeniyle, Dersim mitolojisinin ve Aleviliğinin kaynak ve kökenleri konusunda, sadece bu çerçeveden bakılmamalıdır. Ocak kültüründeki Anadolu kökenli Hitit kültür izleri ile birlikte; "cındık" olarak anılan cinlerin, karanlık ve kuytu köşelerde, uçurum ve ormanlık alanlar gibi tehlikeli alanlarda mekan tutarak, Antik Anadolu kökenli Dionysos kültündeki "Bakkhos Törenleri"nde olduğu gibi, ateşler yakarak içki içip eğlendikleri, çocuklara ve kadınlara saldırdıkları, hatta tecavüz ettikleri ve kimi zaman beraberlerinde götürdükleri hakkındaki inanış örneklerinde olduğu gibi, Dersim Aleviliği ve mitolojisinin, geniş bir coğrafya ve çok sayıda kültürden aldığı uygulamaları, senkretize ederek yenilendiğini düşünmek gerekir. Tüm Anadolu Aleviliği için tartışılan ve genel anlamda kabul gören senkretik yapının; Şamanizm, Mazdaizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Hıristiyan ve Antik Anadolu kültürlerinden tek tek ya da karma olarak senkretize edildiği yolundaki önermeler, Dersim bölgesi için de geçerli olup, Dersim bölgesinin bu konudaki farklılığı, İslamlaşma sürecinden daha az etkilenmiş olarak, özdeki motiflerin son yıllara kadar asimile edilememiş olması, daha yumuşak bir bir deyimle değiştirilememiş olmasıdır. Bu nedenledir ki, Anadolu'nun birçok bölgesinde yaşanan kültürel dejenerasyon nedeniyle saptanamayan motifler ve liturjik uygulamalar, Dersim bölgesinde saptanabilmektedir. Yine bu nedenledir ki, Anadolu Aleviliğinin günümüze yansıyan gerçek kimliği, Dersim Aleviliğinde aranmalıdır.





--------------------------------------------------------------------------------







--------------------------------------------------------------------------------


Antworten:


DERSİM 38





<< Home

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?