DERSIM MAMIKIYE

GÜZEL, RUHU TEMİZ, GECMİŞİNE VE TARİHİNE BAĞLI BIR DERSİM İCIN. HERKESE BASARILAR

Saturday, January 27, 2007

 

DERSİM’İ TUNCELİ YAPAN OKULLAR

DERSİM’İ TUNCELİ YAPAN OKULLAR

Geçen hafta Dersim’deki yatılı okullarda çocuklar arasında seksüel ilişki basına yansıdı. Kışla kültürünün düşürmeye çalışltığı son kale Dersim’de bu olayların olması nekadar utanç verici ise, o kadar da düşündürücüdür.
Önce bu kurumlara okul denebilir mi? Hayır. Okul, çocuklara ve gençlere yolunu yordamını bulmak amacıyla hayat anahtarı veren insani evrensel ahlak kuralları içinde eğiten, gerekli bilgilerle donatan kurum olarak algılanınca, Dersim’deki yatılı okullara ancak kışla kurumları denir. Devlet, Dersim’de 38’den arta bıraktığı Kürt çocuklarını asimile etmek için alelacele katliamın kanlı kaleleri olan kışlaları yatılı okul, yani yatılı kışlaya çevirdi. Sonra yetim ve yoksul Kürt çocuklarını çevreden toplayıp bu kışlalara doldurdu. Artık her gün “Bir Türk dünyaya bedeldir!” “Ne mutlu Türküm diyene!” ve “Türküm” yeminleri yaptırarak genosidin (soykırım) paralelinde etnosid (etnik bitirme) uygulayarak halkımızı bitireceklerini sandılar. Ama halk direndi.
Kadim Kürt halkını anadilinden, kültüründen, kimliğinden etmek, onu bitirmeye yönelik açılan kurumlardı bunlar. Türk solunun çok övgü dizdiği Köy Enstitüleri, daha çok Kürdistan’da açıldılar. Bu, bir çeşit askeri kışla olan asimilasyon kurumlarından geçirilen on binlerce Kürt insanı köklerine yabancılaştırıldı. Kemalizmi savunan bu okullar; ırkçı, tekçi, Kürdü inkara dayanan eğitim vererek, Türk faşizmi denebilecek bugünkü sistemi hazırlayıp geliştirdi.
Paralel olarak Türk devleti Dersim’e sulukule ekipleriyle, rakı şarap, bira ve kağıt oyunlarıyla girdi. Askeri, jandarması, polisi yetmemiş olacak ki, düşkün Tuncelilerden ispiyoncular çıkardı. Kendisine çıkarla bağladığı bazı şerefsiz satılık Tunceliler üzerinden Dersimlilerin Türk oldukları savı ortaya atıldı. “Öz be öz Tırk bizik. Horasan’dan gelmeyik.” propagandası yapıldı. Bunlar; Dersim’i katletme emrini veren ve Aleviliği yasaklayan Kemal Atatürk’ü kurtarıcı görüp ona Alevi dediler. Rakı içenler yumruğuyla ağzını sildikten sonra, Atatürk’ün peygamberliği ile ve Türk olmakla övündüler.
Ama halkımızın namuslu kesimi direncini sürdürüp diline kimliğine sahip çıkınca, bu kez de yerden biten mantar benzeri Türk solu siyasetleri Dersim’e musallat edildi. Aslında kışla okullarının beceremediklerini bu sahte ahlaksız sol yaptı. Halkımızı dilinden kültüründen etmek için en etkin bunlar çalıştılar. Bugün bunların yıkımı sürmektedir. İyice marjinalleşen bu sol siyasetler, şimdi de Dersim Kürt değil Zaza’dır, Zaza ulusudur, demeye başladılar. Hatta Kürtleri baş düşman görüyor, Kürde “Khur” diye hakaret ediyor, devleti de sütten çıkan ak kaşık gibi masum göstermeye çalışıyorlar.
Devlet, buna rağmen başarılı olamadı. Her tarafta puşt zulası olsa da halkın iyi unsurları, ya Mazlum Doğan benzeri protestolarda bulundu, ya da daha çok çalışmak zorunda kaldılar. Ama “teklik” bataklığından çıkan 1980 Faşist askeri darbesi bu kez de her köye bir cami yaptırdı. Bu yolla tekliği sağlayacağını sandılar. Ne var ki, Dersimliler bunlara eşeklerini bağlayıp, camileri ahır yapınca, bu kez daha çok asimilasyon kurumları açıtılar. Türklük tüm beyinlere girmeli, kışla kültürsüzlüğü herkesi sarmalı, düşündüler. Böylece, sefer yapılır, ama zafer kazanılmaz, dedikleri Dersim’e enine boyuna girdiler. Hem de halkımızı düşürüp kendilerine benzeterek girdiler. Her tarafta puştluk bayrağı açılırken, Dersimlilerin geleneksel ahlakı ayaklar altına alındı. Çocuklar, bu kışlalarda verilen terbiye gereği, artık gücü yeten öbürüne cinsel saldırıda bulunmaya başladı. Kaymakam, Başbakan’ı kabadayılığıyla çocukları tokatladı.
Özellikle devletin bu yatılı okulları; bunlar okul değil, katliam kışlalarıdır. Bir insan gittiği okulda anasının diline tükürüyorsa, soyuna düşman çıkıyorsa, olsa olsa bunlara yeniçeri ocakları denir. Bu ocaklarda halkımız düşürülürken, çocuk ve gençlerde ahlak aramak ve Dersimlinin insani, ahlaki, ziyaretlerinin temizliği doğal olarak beklenemez. Yapılması gereken, toptan bu katliam kışlalarına karşı çıkılmalı, yatılı denen ahlaksız kurumlarından çocukları alınmalı, ya da bunların kapanması için sivil kurumlar kampanya açmalılar. Bunlar okul olamaz, okul evrensel ahlak verir. Burada ise; hergün soyundan uzaklaştırılan, anasının diline yabancılaştırılan, insanlıkla bağdaşmayan ahlaksızlığını çocuklara öğretiyorlar.
Bu sahtekarlıkla halkımız öylesine düşürüldü ki, her kafadan başka ses çıkmaya başladı. İki Dersimli yan yana gelince üç siyaset konuşulmaya başlandı. Tabii bu duruma düşürülen halkla oynamak artık kolaylaştı. Buna rağmen Dersim, Tunceli olmama mücadelesini bugün de sürdürüyor

Thursday, January 25, 2007

 

TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR

Dersim Forum
Auteur - yazari: MEHMET YILDIZ Tarih, gün ve saat : 21. Ocak 2007 16:59:13:
TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR
Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine yine Türk faşizmine karşı gerçek olmaktan ziyade etkisiz, verbal, sembolik ve politik aptallıkların ve hayallerin sürdürülmesine dayanan bir “mücadele” verildi. Önümüzdeki salı günü yapılacak olan cenaze töreninden sonra bu sembolik “anti-faşist mücadele” son bulacaktır ve yine her şey eskisi gibi kalacaktır.
Türk devleti ırkçı, faşist ve soykırımcı bir örgüttür. Devletin tepesinde generaller oturuyor. Devletin ideolojisi Hrant Dink’in korkutularak susturulmasını veya öldürülmesini biricik tutum olarak kabul ediyor. Türk devleti bakımından azınlıklar sorununun tek bir çözümü vardır: “Türkleşmeyi kabul etmeyenler imha edilirler”. Türk devleti 19. yüzyılın sonundan itibaren bu politikayı kesintisiz bir biçimde uyguluyor. Türk halkı bu devleti ve politikayı destekliyor. Türk devleti ile halkı arasında bu konuda büyük bir uyum vardır. Soykırımcılık ve faşizm devletin ve toplumun ideolojisi yahut kültürü haline geldi ve bunu hiçbir kuvvet değiştiremedi. Türk devletinin ve milletinin azınlıklara söylediği şudur: “Susun yoksa hepinizi imha ederiz. Biz bundan başka bir çözüm tanımıyoruz.” Bu tutum devletin, partilerin, basının ve seçmenlerin değişmeyen çözüm modelidir.
Hrant Dink öldürülünce sanki demokratik normal bir toplumda ırkçı-faşist bir cinayet işlendi gibi tepki gösteriliyor. Tepkilerin böyle olması Türk devletinin ve halkının gerçeğini gizliyor. Türk devleti ve toplumundaki internalize edilmiş sistematik ırkçılığı ve faşizmi göremeyenler Türkler ve devleti hakkında aptalca hayallerin canlı tutulmasına hizmet ediyorlar. Gerçek bir anti-faşist kitle hareketi yoktur. Bugünkü Hürriyet gazetesinin ileri sürdüğü gibi “Türkiye ayakta” değildir. “Türkiye’nin ayakta olduğu” bir yalandır! Soykırımcı devlet ve halk masum rolü oynayarak faşizmi ve soykırımcılığı Samsunlu katil ile açıklıyor. Asırlardır oynanan oyun devam ediyor. Türkler insanları aptal yerine koyuyorlar. Türk solcuları aptal rolü oynamaya devam ediyorlar.
Gerçek bir anti-faşist mücadele kalabalıkların işidir. Kalabalıklar çeşitli yöntem ve araçlarla devleti değişmeye zorlarlar. Fiktif bir anti-faşist mücadele ise semboliktir. Bu durumda küçük bir azınlık kalabalıklar rolünü oynar. Sembolik hareketler devlet üzerinde baskı oluşturamazlar. Devlet bu haraketleri ciddiye almaz. Halk işin içinde değildir. Aksine sembolik hareketlerin karşısındadır. Her zamanki gibi ırkçı faşist politikanın arkasındadır.
Fiktif anti-faşist mücadele ve anti-faşist figürarif konuşmalar faşist devlet ve toplum için zararsız oldukları gibi aslında çok yararlıdırlar. Toplumun normal olduğunu propaganda etmeye yarayan her şey iyidir. Nitekim General Büyükanıt başta olmak üzere bütün faşist elebaşlar kendilerini cinayeti doğuran ve yine doğuracak olan sistematik Türk ırkçılığıyla özdeşleştirmek yerine, “telin” cephesinde yer almayı tercih ettiler.
Protestocular Türk toplumunun % 90 oranında ırkçı olduğu ve bu tür cinayetleri onayladığı ve daha da onaylayacağı gerçeğini olduğu gibi dile getirmeden ilericilik rolü oynamaya devam ettikleri sürece objektif olarak generallerin ve Kızıl elmacıların yedeğine düşerler. Çünkü cani bir toplumu masum gösteriyorlar. 70 milyonluk bir toplumda sayıları 10-20 bin civarında olduğu halde “Türk halkı ayağa kalktı” gibi bir imaj yaratmak istiyorlar. Devletin, politikanın ve halkın hiç değişmeyeceğini bildikleri halde ritualistik bir anti-faşizmde ısrar ediyorlar.
Fiktif mücadele ve figüratif konuşmalar faşist Türk devletine ve toplumuna hizmet ediyor. Örneğin Hürriyet gazetesinin “Türkiye ayakta!” başlıklı haberini ele alalım. Bunu literal bir başlık saymamız olanaksızdır. Yani “Türkiye” bir insan olmadığına göre, bu başlık figüratif bir anlam taşıyor. Söylenmek istenen Türk toplumunun çok yaygın bir biçimde gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesini protesto ettiğidir. Peki bu doğru mu? Hayır, çünkü gösteri yapılan iller ve bu gösterilere katılan insan sayısını göz önünde bulundurduğumuzda bunu söyleyemeyiz. Gösteri yapılan iller ve gösterilere katılan toplam insan sayısı şöyledir:
Tunceli: 500 kişiAdana: 350 kişiArtvin: 80 kişiEskişehir: 200 kişiKars: 300 kişiMalatya: 250 kişiMersin: sayı belirtilmemişArdahan: sayı belirtilmemiş (21-1-2007 tarihli Hürriyet gazetesi)
Gösterileri destekleyen kuruluşlar şunlardır: CHP, ÖDP, EMEP, Atatürkçü Düşünce Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, Halkevleri ve KESK.
Bu denli küçük bir azınlık tarafından yapılan protesto gösterilerinin haberini 21 ocak 2007 tarihli Hürriyet gazetesi neden “Türkiye ayaktaydı” başlığı altında verdi? Türk faşizminin ve ırkçılığının en önemli yayın organı olan Hürriyet gazetesinin bu tutumu üzerinde düşünmek gerekmiyor mu?
Faşist ve ırkçı bir toplumda bir avuç insanın demokrasiyi, insan haklarını ve hümanizmi savunması anlamsız değildir. Ancak bu insanlar kendilerini toplumun önemli bir kesimi sayarlarsa bu yalnızca yönetenlere ve egemen ideolojiye hizmet eder. Türk ilericileri aptal rolünü oynuyorlar. Her türlü ırkçı cinayeti onaylayan Türk halkı hakkında insanları yanıltmaya çalışıyorlar. Bir şeyin gerçeği ile hayali arasındaki farkı yok sayıyorlar. Türk devleti ve halkı hakkında hayal besliyorlar. Onun için çok sık biçimde çok aptalca bir tarzda Türk faşizmine kurban düşüyorlar.
Türk faşizmi mutlak bir sessizliğe mahkum edilmiş bir toplum yerine çok küçük bir azınlığın abartılı sembolik muhalefet yaptığı bir toplumu tercih eder. Küçük azınlığın sembolik muhalefeti ve figüratif konuşmaları gerçek anti-faşist mücadeleden ve literal konuşmalardan çok iyidir. Örneğin Irak’ta bir grup Türk askerinin başına çuval geçirilmesi TSK’ya çok büyük zarar verdi. Türk askerinin yiğitliği, onuru, gururu vb. uzun bir süre tartışma konusu oldu. Türk subaylarının imajı ciddi bir zarar gördü. TSK bu gibi bir bahtsızlığı yaşayacağına küçük bir sol grubun yayınlarında sürekli biçimde “yoldaşlar, general üniformalı Türk farelerini saklandıkları deliklerden bulup çıkaracağız ve onları devrimci kobraların önüne atacağız!” deyip durmalarını tercih ederlerdi. Bu tip figüratif konuşmalar gerçek hareketler kadar zararlı olamazlar.
Özetle toplumun ezici çoğunluğu tarafından desteklenen Türk faşizmi insanları yutup dururken ilericiler “faşizm döktüğü kanda boğulacaktır” sloganını literal bir slogan yaptılar. Masumların ve anti-faşistlerin Türkler arasında çoğunluğu oluşturduğu şeklindeki inanç bir illüzyondur. Türk’ün kültürü faşist ve ırkçıdır. “Olmaz böyle şey! Faşizm ve ırkçılıktan kültür olmaz” diyorsanız o zaman aptalca konuşmalar yapmak yerine, Nef'i'nin şu dizesini tekrarlamanız daha doğru olur: “Türke hak çeşme-i irfanı haram etmiştir” ( aktaran Çetin Altan).
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
Ce: TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR Yeram 22.1.2007 21:49 (0)
Ce: TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR ferat 68 22.1.2007 03:30 (0)
Ce: TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR Meso Teso 21.1.2007 19:36 (4)
Werte na kifirude MEMED BEG ita yaziye ho darde keno, qe rehetsiz nebeno??? MEMED BEGI ra zu Perse Wusivi 21.1.2007 20:31 (3)
Ce: Werte na kifirude MEMED BEG ita yaziye ho darde keno, qe rehetsiz nebeno??? Mehmet YILDIZ 21.1.2007 21:04 (2)
Ce: Werte na kifirude MEMED BEG ita yaziye ho darde keno, qe rehetsiz nebeno??? Wusiv 21.1.2007 21:52 (1)
Ce: Werte na kifirude MEMED BEG ita yaziye ho darde keno, qe rehetsiz nebeno??? Yado 22.1.2007 08:08 (0)
XAG RAJIVO BIRA MEHMET, BERXUDAR VO INSIYATIFE SARE DERSIM 21.1.2007 18:12 (0)
Dersim Forum

 

Ermeni Gazeteci Hrant Dink’in Hunharca Öldürülmesini Şiddetle Kınıyoruz!

Dersim Forum
Auteur - yazari: Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (Aktaram/Zaza Forum) Tarih, gün ve saat : 23. Ocak 2007 22:29:17:
Ermeni Gazeteci Hrant Dink’in Hunharca Öldürülmesini Şiddetle Kınıyoruz!
Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, uğradığı hunharca bir saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Bu saldırıyı ve ve arkasındaki zihniyeti şiddetle kınıyoruz. Ailesine, yakınlarına, Agos Gazetesi çalışanlarına ve Ermeni Camiasına, tüm sevenlerine Dersim Dernekleri Federasyonu adına başsağlığı diliyor, acılarını paylaştığımızı burada bir kez daha içtenlikle belirtiyoruz.
Hrant Dink, Ermenilerin eşit haklara sahip olmasının mücadelesini veren değerli bır aydındı. Dink’in öldürülmesi, Türkiye’de halkların barış içinde bir arada yaşama iradesine, özgür düşünceye yönelik bir saldırıdır. Hrant Dink cinayeti, halkların kardeşliğine sıkılmış bir kurşundur. Saldırı, devletin, özellikle son dönemlerde yükselen işgalci ve ırkçı politikalarının bir sonucudur. En önemlisi, yine bu cinayetle derin güçlerin, son günlerde Kürt sorununu tartışan, azınlık haklarını gündeme getiren, demokrasi ve diyalog yoluyla çözümü savunan aydınlara da “ayağınızı denk alın” mesajını vermeleridir. Hrant Dink’e yapılan katliam Türk tarihine kapkara bir leke olarak geçecektir. Türkiye geçmişi ile hesaplaşmalıdır ki, bu güne kadar yapılan dayatmalar, yanlış ve güdümlü öğretiler ve saptırılmış tarih bilinci ortadan kalksın.Türkiye’de var olan farklı dil, din ve kültürlere saygı duyulsun. Gelecek kuşaklar arasında kin ve intikam duygularıyla beslenen topluluklar yaratılmasının önüne geçilsin. Tek yol bir an önce bu adımların atılmasında ve varolan azınlık haklarının tanınmasından geçecektir. Bundan sonra, diyalog ve barış içinde dost olarak yaşayan, birbirlerine kin ve öfke duymayan halklar ancak bu bilinçle yaratılır.
Kendisinden olmayanları “bölücü” gören, azınlık haklarını tanımayan ırkçı zihniyet bu cinayeti tetiklemiştir. “Ermeni Dölü”nü küfür olarak kullanan Türkiye`nin eski Başbakanlarından Tansu Ciller`di. “Bu ülkede Türk olmayanlarin bir tek köle olma hakkı vardır” diyen Adalet bakanı Esat Bozkurt`du. Türkce olmayan şehir ve köy isimlerini zorla degiştiren bu devletti. Kirmancki, Kürtce vd dilleri yasaklayan bu anayasaydı. Almanya`da Türk ögrencilerine “anadil dersi” isterken demokrat, ama Türkiye`de bu hakkı isteyenleri bölücü olarak manşete çıkaran Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet`dir. Şimdi, 301. madde ile aydınlara “Türklüğe hakaretden” mahkeme kararı ile “vatan haini” damgası vurarak onları açık hedef haline getiren yine bu devletdir. Bu alçakça cinayetin tetiğini çeken zavallı bir çocuktur ama cinayete azmettiren de bu zihniyettir.
Türkiye`de, “Türk ve Sünni” olmayanlar kendi kimlikleri ile ortaya çıktıklarında potansiyel bir tehdit altındadırlar. Pek çok Dersimli batı illerinde kendilerine “Elazığlıyım”, “Erzincanlıyım” demek zorunda kalmaları bu endişedendir.
Umut ediyoruz ki; TC. yöneticileri inkar ve yasaklardan vazgeçip, Türkiye’de var olan farklı dil ve inançları bir zenginlik olarak kabul edip, anayasal çerçevede güvence altına alırlar. Bu haklar, başta “Kophenagen Kriterleri” olmak üzere zaten pek çok uluslararası antlaşma ile güvence altına alınmış haklardır. Irkçı şöven linç girişimlerini ve cinayetleri önlemenin yegane yolu, Türkiye’de bulunan diğer dil ve inançlara tam özgürlük sağlanması ve uygulanmasıdır.
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu
http://f25.parsimony.net/forum62148/messages/23870.htm

Cevaplar:
Dersim Forum

 

TÜRK İLERİCİLERİNE AÇIK MEKTUP

Dersim Forum
Auteur - yazari: MEHMET YILDIZ Tarih, gün ve saat : 25. Ocak 2007 09:36:04:
TÜRK İLERİCİLERİNE AÇIK MEKTUP
Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesini nefretle kınadınız ve ailesini bu acılı gününde yalnız bırakmadınız. Böyle yapmakla çok iyi ettiniz. İstanbul’daki cenaze töreninde sayınız 10 binleri buluyordu. Bütün dünyaya Türkiye’de insan gibi insanların da var olduğunu gösterdiniz.
Ancak vicdanen rahatlamış olarak eve döndüyseniz bu hiç kabul edilecek bir şey değildir. Marjinal ve sembolik dünyanızı reel Türk dünyasının yerine geçirmeyiniz. Siz bu toplumda nüfusun % 1’ini bile oluşturmuyorsunuz. Türkiye’nin büyük çoğunluğu bu cinayetin arkasındadır. Dolayısıyla toplam nüfusun % 1’nin “Hepimiz Hrant Dink’iz, Hepimiz Ermeniyiz” demesi sorunu çözmüyor. 1,5 milyon Ermeniyi ve onbinlerce Dersimliyi çocuk, yaşlı, kadın demeden yok ettiniz. Medeni dünyada yer almak için Ermeni, Dersim ve Süryani soykırımlarını tanımanız gerekmektedir.
Tekrar ediyorum, tarihi soykırımlarla kirlenmiş olan inkarcı ve dolayısıyla ahlaksız ve vicdansız bir halkın arasından çıkan “Hepimiz Ermeniyiz” şeklindeki cılız sesler sorunu çözmeye yetmiyor. Türkiye’de kazanılan en masum kazançta bile sonuçta “haram” bir yan vardır. Soykırımcı tarihinizi inkar etmeyin, onunla yüzleşin!
Türk halkı ahlaksız ve vicdansız bir halktır. Türk halkının ahlakını düzeltmek istiyorsanız öncelikle bu halkın soykırımları inkar etmeyi ve azınlıklardan olan insanları öldürmeyi meşru görmesini engellemeye çalışın. Bu devletin yaptığı soykırımlar doğal olarak bu halkın hanesine yazılır. Türklerin 1938’de işlediği Dersim soykırımını kabul ediniz. Türklerin Kürtlerle birlikte işlediği Ermeni ve Süryani soykırımlarını kabul ediniz.
Türk halkının gerçeğini çıplak bir biçimde görebilmeniz tüm insani ve rasyonel ilerlemelerin anası olacaktır. Faşist çoğunluğun işlediği cinayetleri sembolik olarak protesto eden ve figüratif konuşmalar yapmakla yetinen bir azınlık olarak kalmak yerine, devleti ve halkı gerçekte değişmeye zorlayınız.
Açıktır ki böyle bir ilerleme sağlayabilmeniz için radikal bir zihniyet değişikliğinden geçmeniz gerekmektedir. Zorunlu olan bu zihniyet değişikliğinin en azından aşağıdaki noktaları kapsaması gerektiğine inanıyorum:1. Türk devleti faşist, ırkçı ve soykırımcı bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti azınlıkların imhası üzerine kuruldu. Devlet bir gasp, işkence, tecavüz, cinayet ve soykırım örgütüdür. Devleti generaller yönetiyor. Sorumluluk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt ve Başbakan Erdoğan’dadır. Asıl katillere yönelin, piyonlara değil!2. Türk devleti bir hukuk devleti değildir. Türkiye’de hukuk yoktur. Türkiye’de yargıçlar yoktur. Türkiye’deki yargıçlar ve savcılar ordunun, polisin, MİT’in ve MHP’nin elemanıdırlar. Mahkemelerde adalet aramak yerine her fırsatta bu gerçekleri dile getiriniz.3. Ordu, polis, MİT ve yargı görevlileri işkenceci katillerdir. Bu profesyonel katillerin insanlara geçici olarak “iyi davranmaları”nı talep etmekle yetinmeyiniz. Bu kurumların katillerden temizlenerek Batı Avrupa’daki emsallerine benzemelerini sağlayınız. Tüm kolluk kuvvetleri işkenceci katillerden temizlenmelidir. Orgeneral Büyükanıt başta olmak üzere tüm generallerin görevlerine son verilmeli ve yargılanmaları sağlanmalıdır. Polis teşkilatı ve MİT aynı temizlikten geçmek zorundadır. Keza halihazırda görev yapan tüm yargıç ve savcıların görevlerine son verilmelidir. Suçlular yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır.4. Türk halkının ezici çoğunluğu bu devleti destekliyor. Seçim sonuçları bunun en sağlam kanıtıdır. Faşist, ırkçı ve gerici partiler her zaman ezici çoğunluğu oluştururlar. Sizin seçimlerdeki toplam ağırlığınız % 1’i bile bulmuyor. Seçimlere girerken bu gerçekleri unutarak hayallere kapılmayınız. Seçimlere ilerici bir koalisyon oluşturarak giriniz. Cüzi oylarınızı bugüne kadar yaptığınız gibi mevcut kampanyanın bir başarısızlığı şeklinde tanımlamayınız. Elinizden gelenin en iyisini yapınız, lakin her seçim hezimetinden “faşist, ırkçı, soykırımcı ve yobaz halkı yine insanlaştıramadık” şeklinde bir sonuç çıkarınız. Hakikatten asla şaşmayınız! Bu toplumun % 1’ini bile temsil etmeden insanlık ve hürriyet adına başladığınız mücadelede ne kadar yol aldığınızı objektif olarak ölçmeniz gerekmektedir. Genel seçimler iyi bir ölçüm aleti olarak kullanılabilir.5. Soykırımcı bir ülkenin Müslüman ve Türk vatandaşları olarak yok edilen azınlıkların arkada kalanlarına insanca davranmak yeterli değildir. Bu azınlıklar yok edilmeseydi Türkiye bugün çok ileri bir noktada olurdu. Dersimliler, Rumlar, Süryaniler ve Ermeniler bu toplumun ilerlemesine ve insanlaşmasına çok ciddi katkılarda bulunabilirlerdi. Türkün insanlıktan çıkması onun adı geçen azınlıklara ve Kürtlere ettiği zulmün doğrudan ürünüdür. 6. Irkların veya halkların eşitliği prensibinden hareketle Türk halkının ırkçı, faşist ve yobaz kültürünü görmezlikten gelmeyiniz. Bu kültürün meşruyetini reddediniz. Türk mentalitesi bir dizi irrasyonalizmi ve anormallikleri içermektedir. Medeni dünyada Türk düşünüş sistemi çok ciddi kognitif dengesizlikleri içeren bir sistem olarak görülmektedir. Bu halkı ilerici projelere her an destek verebilecek bir kitle olarak görmek yanlıştır. Türk halkı öncelikle kognitif ve ahlaki sakatlıklarını düzeltmek zorundadır.7. Türk halkının kafası çok çalışmıyor. IQ test sonuçları, zalimliği, süreklilik arz eden politik tercihleri, ilerici ve demokratik olan her şeyden nefret etmesi, genel okuma yazma oranı, günlük gazetelerin tirajları, kitap okuma oranı, anadilini kullanmakta zorlanması, son derece sınırlı olan kelime hazinesi vb. bunu gösteriyor. Halkların eşitliği prensibi mucibince bu gerçeği görmezlikten gelmeyiniz. Türk halkına gerçekten yardımcı olmak istiyorsanız bu gibi bir realizm şarttır. Türk halkı mevcut ırkçılığı terk etmezse zamanla bütünüyle gerizekalı bir halka dönüşür. Nitekim genç kuşaklar daha ırkçı ve daha gerizekalıdırlar.8. “Türkün Türkten başka dostu ” gerçekten yoksa o zaman Türke ait olan her şeyi daha fazla vakit kaybetmeden terk etmeniz gerekiyor. Çünkü siz tanrının seçilmiş kabilesi değilsiniz. İnsanlık size değil, siz insanlığa mahkumsunuz!9. Dininizin İslam olması bir talihsizliktir. Bu talihsizliği yenmenin veya onu en azından hafifletmenin bir yolunu mutlaka bulmanız gerekir.10. Kanınızda bir bozukluk yoktur. Bozukluk tarihinizde, kültürünüzde ve zihniyetinizdedir. Abdullah Cevdet’in tavsiyeleri doğrultusunda kanınız ve fiziksel görüntünüzle çok uğraştınız, ancak bir şey elde edemediniz. Kanınızı değil, zihniyetinizi ve kültürünüzü değiştiriniz.
Mehmet Yıldız

Cevaplar:
tURKLERIN ILERICISI DEMI VARDI?! Kirmanc ilercisi 25.1.2007 10:59 (0)
Dersim Forum

Monday, January 08, 2007

 

Dersim inancinda Dedelik ana unsurdur.

Dersim Forum
Auteur - yazari: Ibrahim Dede Tarih, gün ve saat : 06. Ocak 2007 13:55:58:
Sevgili erenler, Dersim tarihinde Alevilik Kizilbaslik inanc ve kulturunde Dedelik sistemin baslica unsurudur. Dedelik ve pirlik unutuldugu anda ne Dersim nede Alevilik ve nede insanlik ayakta kalabilir.Iste yeni kusaklarin unuttugu konu budur. Onlar kendi kimliklerinden koparak kisisizlesmekte, yozlasmakta, pir ve dedelerinin yolundan ayrilmaktadirlar.
Dersim tarihinin donemec noktasindadir. Yeni nesiller diline inanc ve kulturune bagli kaldigi surece hicbir unsur onlari zayiflatamaz, asimiliasyona ugratamaz. O zaman dis guclerin gucu buna yetemez.Bu esasen butun toplumlarda boyledir.Ne yazik ki bugunku Dersim ve diger azinlik toplumlar kendi cellatlarinin hizmetine gonulluce kosmaktadirlar. Onlar kendi ustun kulturlerini degil de daha geri bir kulturun kuyruguna bilerek takilarak kendi ozgur tarihlerine ihanet etmektedirler.Dersim bir eyalettir, otonom bir cografyadir. Benim 7 ceddim Dersimin kizl yoluna sahittir;bu gelenegini en agir sartlarda, daragaclarinda, iskencelerde korumustur, bu yolu inkar herkes en once kendine ihanet etmektedir. Bunu, bu yolu, gelenegi bir cirpida atip ben Turkum diyen ihanetciler Hitlerin Kavgam kitabina cantalarinda tasimakla ozgur olacaklarini mi saniyorlar.Dersim Alevi topraklarina yerlestirilen Balkan ve Kafkas gocmenleri su ana kadar 1912 oncesi topraklarimizin %68 ini isgal altinda tutmaktadirlar.
Dersim otonom bolgesi 1900 larda Erzincandan Sivas, Malatya, Bingol, Varto, Kigi, Harputun bir kesimi, Elbistan, Pazarcik alanlarini kapsiyordu. Simdi bu topraklarin buyuk bir bolumu gocmen ve Alevi dusmani insanlarin denetimi altindadir. Bu nankor toplumlar topragimiza sanki kendilerinmis gibi konmak bir tarafa, daha ileri giderek bizi nihayetinde tamamen bu topraklardan silmeye ant icmis gibi gorunuyorlar.
Bu sunni Turk kesimleri bu topraklar uzerinde hak talep edemezler. Cunku biz 4000 seneden beri buradayiz. Bunlar ise disardan getirip bizi yoketmek icin buralara yerlestirilmislerdir.Nazimiye'de ve Pertek 'de bir tek sunni bulunmamasina ragmen, orada minareli camiler kurdular, ama oarada tek bir cemevi yoktur ve disardan sunni kesimleri tesvik ederek bizi en son kalelerimizde de esir almaya calisiyorlar.Yani simdi kimseye tuhaf gemiyormu ki, kendi oz vataninda cemevi yok, disardan gocmenler getirilip yerlestiriliyor senin binlerce yillik vatanina ve burnunun dibine ozel camiler yapiliyor. kendi 100 000 lerce insanin icin cemevi yapilmiyor ama sayilari 10 lari gecmeyen caniler, halk dusmanlari icin Minareli camiler dikiliyor bu Dersim vatanina....Bu kadarina insaf! hangi Alevi derneklerinden bahsediliyor, bunlarin cogu oyuncak ve sunni usagi teskilatlar degil mi?Kendi dilini konusmaktan alikonan, kendi pir ve dedelerine dusman yetistirilen bir toplumun sonu gelmez mi?Burnunun dibine konulan dunyanin en buyuk Alevi dusmani teskilata hayir diyemeyenler utanmiyorlar mi? Alevi vatani Dersim ayaklar altinda ezilirken kendi ruhlarini CHP ve AKP ye satan sozde Aleviler en buyuk ihanetciler olmuyor mu?

Cevaplar:
Dersim Forum

 

DEVELER, MÜSLÜMANLAR VE İNSANLAR

Mehmet Yıldız

Her “kurban bayramı” ile birlikte Müslüman ülkeler tarafından her yıl aynı anda tekrarlanan son derece mide bulandırıcı, insana “Müslümanların kestiği asla yenilmez” dedirten bir vahşete tanık oluyoruz.
İnsanlık Müslüman barbarlığı karşısında çaresizdir. Katillerin dini olan İslam kan dökmeyi ve toplu katliam yapmayı kutsuyor. Sevaba girmek isteyen Müslümanlar hayvan boğazlıyorlar. Her yıl tekrarlanan bu vahşet öldürmek ile sevaba girmek arasındaki nedensellik bağını doğal bir fenomen düzeyine çıkarıyor. Katiller katilleri yetiştiriyorlar. Canilik ibadettir. Canilik Muhammet’e yakın olmak ve cennetin kapısına yönelmektir. Müslümanların tanrısı yahut Allah katilleri sever. Katillik ve acımazsızlık iyi Müslüman olmak demektir.
Dersim dininde reddedilmesi gereken bir unsur var ise o da Müslümanlar gibi kurban kesmektir. Dersim dini İslam’ın tüm etkisinden kurtulmak ve arınmak zorundadır. Dersimlilerin Müslümanlar gibi hayvan boğazlamaktan vaz geçmeleri bir elzemdir. Dersim spiritualizmi Müslümanlar gibi hayvan boğazlamak suretiyle bir ölçüde kirletilmiştir.
İslam insanoğlunun en büyük belalarından biridir. İslam karşısında insanoğlu Karaçi’de ayağı bağlandığı halde kaçarken göğsünden bıçaklanan bir devedir. Devenin ağlaması ve gözyaşları Müslümanlar için müzik ve sevinç gösterisidir.
Sahi Müslümanlar müziğe ve gözyaşlarına duyarlı mıdırlar?
Develerin müziği hissettiklerini ve müzik nedeniyle develerin gözlerinden yaş geldiğini, yani develerin müzik terapisine çok duyarlı olduklarını biliyorum. Peki Müslümanları da aynı biçimde tedavi etmek mümkün mü? Hiç sanmıyorum... Müslümanlar develer kadar hassas bir ruh haline sahip değildirler. Müslümanlar sevaba girmek için çok acımasız bir biçimde müziğe duyarlı ve ağlayan develeri sokak ortasında ayakları bağlı olduğu halde kaçmaya çalışırlarken göğüslerinden bıçaklıyorlar.
Müslümanlarla aynı ülkede yaşıyor olmak büyük bir talihsizliktir. İslam insanların ve hayvanların başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir. Müslümanın kestiği kurban etini yemek günahtır. Müslümanlar arasında yaşamaktansa develer arasında yaşamak ve develere keman çalınırken mutlaka orada olmak isterim.
Birkaç gün önce bir televizyon kanalında hayvancılık yapan bir Moğol ailenin günlük yaşamını belgeleyen bir film izledim. Moğol ailenin koyunlarına ve develerine tıpkı çocukları gibi sevgi ve şefkat ile baktıklarını gördüm. Üç çocuk sahibi olan evin gelini çocuklarına gösterdiği müthiş sevgisini develerinden ve koyunlarından da esirgemiyordu. Deve yavruları ve kuzular ise tüm ailenin sevgi odağı idiler. Moğol bir çocuk olarak annesinin emzirmediği deve yavrusunu biberonla beslemek mutluluktur. Müslüman bir çocuk olarak göğsünden bıçaklanarak öldürülen devenin etini yemek ise ruhen sakatlanmaktır.
Doğum yapan develerinden biri yavrusunu emzirmeyi reddedince, Moğol aile tanıdıkları bir müzisyenden yardım istedi. Evin gelini yavrusunu emzirmeyi reddeden deveye bir enstrüman (çello ile keman arası bir müzik aleti) eşliğinde şarkı söyledi. Kadın hem şarkı söylüyor hem de deveyi okşuyordu. Bu esnada devenin gözlerinden yaşlar geldi. Terapinin sonunda deve yavrusunu büyük bir tutkuyla emzirmeye başladı. Sonuçta anne deve mutluydu. Yavru deve mutluydu. Müzisyen mutluydu. Moğol gelin mutluydu. Moğol çocuklar mutluydu. Ben de mutluydum.

 

DERSİM, TÜRKÇÜLÜK, KÜRTÇÜLÜK VE İSLAM

MEHMET YILDIZ

Dersim’in otantik kimliğini savunma ve Dersim’e tarih boyunca sürekli bir biçimde düşmanlık yapmış olan politik ve dini akımları reddetme hakkımız vardır. “Anti-Dersim akımlara karşı çıkma hakkı”nı talep etmek mantıksızdır. Kimseden icazet almak zorunda değiliz. Hiçbir otorite tanımıyoruz. Kimseden bir ricada bulunmuyoruz. “Arz ederim” ile biten bir dilekçe yazmayı aşağılayıcı buluyoruz. Biz dağlıyız, özgürüz ve çok gururluyuz.
Değerlerimizi savunurken batılıların “political correctness” dedikleri hesapçılığa dayanan bir dil kullanmayı da reddediyoruz. Herkesin aklıyla düşündüğü doğrudur. Kimse ırkı, kanı veya diniyle düşünmez. Ancak Müslüman ülkelerde din aklı eziyor. Güruh zalimdir. Medeniyete katkıları yoktur. Kutsal tekstleri baştan sona zalimliklerle doludur. İslam merhametsiz ve vicdansız erkeklerin dinidir. Kadınlar bu dünyada değil, burkaların içinde yaşıyorlar. Müslümanları aklı selime çağırmak için “political correctness”i kesin bir biçimde terk etmek gerekiyor.
Nitekim bu nedenle yazılarımda diğer etnik, ulusal, kültürel veya dini grupları ya hiç, ya da minimal düzeyde rahatsız eden bir dil kullanmayı hiçbir zaman bir öncelik haline getirmedim. Bendeniz Dersim’in ağası da değilim. Birey olarak etnik kimliğimi savunmaya çalışıyorum. Benden çok farklı düşünen Dersimliler de vardır. Kimin fikirlerinin çoğunluğun eğilimini temsil ettiğini ortaya koyan bir ölçüm mekanizmamız da yoktur. Yani fikirlerime katılmamakla Dersim’i reddetmiş olmuyorsunuz.
Popüler olmayı veya seçimlere katılmayı da düşünmüyorum. Türkler, Kürtler ve Müslümanlarla anlaşmanın bir yolunu aramaktansa onlara “political correctness”i dikkate almayan bir tarzda kendi gerçeklerini söylemek gerekir. Çünkü bu grupların en ilerici üyeleri bile aslında çok müstebit insanlardır.
Bunların düşmanlığından korkmayınız. Kadınlarını ve kızlarını köle edinmiş insanlarla dostluk kurmak neye yarar? Kutsal kitabı kan ve irin damlayan insanlarla dostluk ne kadar sağlam olur? Hadisler peygamberlerinin buyruğuyla develerini çalan insanlara yapılan korkunç işkenceleri ve param parça edilerek öldürülmeleri içeriyor. Bu milletlerden uzak durunuz. Dersim ya kendi başına otantik kimliği ile var olur, ya da yok olur.
Müslümanın Dersim dostu olması için çok mesafe kaydetmesi gerekiyor. Kendisi için insan olmayan sırf Dersim’e dost olmak için medenileşir mi? Biz tanrının seçilmiş kabilesi miyiz? Biz medeni dünyanın yalnızca bir parçasıyız. Onun üstünde değiliz. Avrupa’nın sunduğu sayısız avantajlar bile Türkleri ve Kürtleri yumuşatmaya yetmedi. Bizde Türklere ve Kürtlere verilecek ne var? Bizim insani ve demokratik mülahazalarımızın bu kavimlerin nezdinde herhangi bir kıymeti harbiyesi yoktur. Dolayısıyla safdillik bir çözüm değildir.
Birkaç gün önce “Hürriyet” gazetesinde ayağı bağlı olduğu halde kaçmaya çalışan bir devenin sokak ortasında “sevaba girmek” isteyen bir Müslüman tarafından göğsünden bıçaklanırken çekilen resmini gördüm. Bunun üzerine “Develer, Müslümanlar ve İnsanlar” başlıklı bir makale yazdım. Bu makale nedeniyle Türkçüler, Kürtçüler ve Sunni Zazalar adına bana hakaret edildi. Halbuki ben bu grupların hiçbirini o makalede özel olarak hedeflemedim. Bu grupları özel olarak anmadım bile. Demek ki çağdaş kimlikleri ne olursa olsun bu insanlar sonuçta yalnızca “Muhammedan” bir kimlik taşıyorlar. Müslüman toplumların en “ilerici” fertleri bile çoğunlukla çok müstebit insanlardır. “Dersim farklıdır ve öyle kalmalıdır”.

Wednesday, January 03, 2007

 

DEVELER, MÜSLÜMANLAR VE İNSANLAR

Mehmet Yıldız
Her “kurban bayramı” ile birlikte Müslüman ülkeler tarafından her yıl aynı anda tekrarlanan son derece mide bulandırıcı, insana “Müslümanların kestiği asla yenilmez” dedirten bir vahşete tanık oluyoruz.
İnsanlık Müslüman barbarlığı karşısında çaresizdir. Katillerin dini olan İslam kan dökmeyi ve toplu katliam yapmayı kutsuyor. Sevaba girmek isteyen Müslümanlar hayvan boğazlıyorlar. Her yıl tekrarlanan bu vahşet öldürmek ile sevaba girmek arasındaki nedensellik bağını doğal bir fenomen düzeyine çıkarıyor. Katiller katilleri yetiştiriyorlar. Canilik ibadettir. Canilik Muhammet’e yakın olmak ve cennetin kapısına yönelmektir. Müslümanların tanrısı yahut Allah katilleri sever. Katillik ve acımazsızlık iyi Müslüman olmak demektir.
Dersim dininde reddedilmesi gereken bir unsur var ise o da Müslümanlar gibi kurban kesmektir. Dersim dini İslam’ın tüm etkisinden kurtulmak ve arınmak zorundadır. Dersimlilerin Müslümanlar gibi hayvan boğazlamaktan vaz geçmeleri bir elzemdir. Dersim spiritualizmi Müslümanlar gibi hayvan boğazlamak suretiyle bir ölçüde kirletilmiştir.
İslam insanoğlunun en büyük belalarından biridir. İslam karşısında insanoğlu Karaçi’de ayağı bağlandığı halde kaçarken göğsünden bıçaklanan bir devedir. Devenin ağlaması ve gözyaşları Müslümanlar için müzik ve sevinç gösterisidir.
Sahi Müslümanlar müziğe ve gözyaşlarına duyarlı mıdırlar?
Develerin müziği hissettiklerini ve müzik nedeniyle develerin gözlerinden yaş geldiğini, yani develerin müzik terapisine çok duyarlı olduklarını biliyorum. Peki Müslümanları da aynı biçimde tedavi etmek mümkün mü? Hiç sanmıyorum... Müslümanlar develer kadar hassas bir ruh haline sahip değildirler. Müslümanlar sevaba girmek için çok acımasız bir biçimde müziğe duyarlı ve ağlayan develeri sokak ortasında ayakları bağlı olduğu halde kaçmaya çalışırlarken göğüslerinden bıçaklıyorlar.
Müslümanlarla aynı ülkede yaşıyor olmak büyük bir talihsizliktir. İslam insanların ve hayvanların başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir. Müslümanın kestiği kurban etini yemek günahtır. Müslümanlar arasında yaşamaktansa develer arasında yaşamak ve develere keman çalınırken mutlaka orada olmak isterim.
Birkaç gün önce bir televizyon kanalında hayvancılık yapan bir Moğol ailenin günlük yaşamını belgeleyen bir film izledim. Moğol ailenin koyunlarına ve develerine tıpkı çocukları gibi sevgi ve şefkat ile baktıklarını gördüm. Üç çocuk sahibi olan evin gelini çocuklarına gösterdiği müthiş sevgisini develerinden ve koyunlarından da esirgemiyordu. Deve yavruları ve kuzular ise tüm ailenin sevgi odağı idiler. Moğol bir çocuk olarak annesinin emzirmediği deve yavrusunu biberonla beslemek mutluluktur. Müslüman bir çocuk olarak göğsünden bıçaklanarak öldürülen devenin etini yemek ise ruhen sakatlanmaktır.
Doğum yapan develerinden biri yavrusunu emzirmeyi reddedince, Moğol aile tanıdıkları bir müzisyenden yardım istedi. Evin gelini yavrusunu emzirmeyi reddeden deveye bir enstrüman (çello ile keman arası bir müzik aleti) eşliğinde şarkı söyledi. Kadın hem şarkı söylüyor hem de deveyi okşuyordu. Bu esnada devenin gözlerinden yaşlar geldi. Terapinin sonunda deve yavrusunu büyük bir tutkuyla emzirmeye başladı. Sonuçta anne deve mutluydu. Yavru deve mutluydu. Müzisyen mutluydu. Moğol gelin mutluydu. Moğol çocuklar mutluydu. Ben de mutluydum.

Archives

September 2006   October 2006   November 2006   December 2006   January 2007   February 2007   March 2007   April 2007   May 2007  

This page is powered by Blogger. Isn't yours?